1989 Bulgaristan Göç Krizi

1989 Migration Crisis between Turkey and Bulgaria was triggered by systemic changes in the world order.  This changes reflected Bulgarian leaders as a last change to send Turkish minorities who horboured by Bulgaria as a legal compulsory. Exclusion of those people by Bulgaria couldn’t comprehended as a crisis. That is why Turkish decision makers was in hard to control the crisis.

Türkiye’nin dış politika krizlerinden Bulgaristan ile yaşanan 1989 Göç Krizi karar alıcıların tehdit algılamaları neticesinde göçe zorlanan insanların mağdur edilmesiyle sonuçlanmış bir insani krizdir. Kriz mekansal olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı olan Türkiye’nin etnik ve dinsel bağlarının bulunduğu Balkan coğrafyasında; Bulgaristan topraklarında  yaşanmıştır.  Her ne kadar Osmanlı’nın çöküşünden sonra özellikle Balkan Savaşlarında Türk topraklarına büyük bir göç akımı gerçekleşmiş olsa da kalan Müslüman/Türk nüfusunun sayısı oldukça fazladır. Ancak, 1878 Berlin Antlaşması, 1909 İstanbul Protokolü, 1925 Tarihli Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması, Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi, 1968 Göç Antlaşması gibi iki taraf arasında gerçekleştirilen siyasi antlaşmalar yoluyla Türk/Müslüman azınlığın hak ve çıkarları teminat altına alınmıştır.  1925’te yapılan İkamet Sözleşmesi ile ise Türkiye Bulgaristan’ın azınlığa yönelik baskı sonucu sözleşme maddelerine uymaması halinde burada taahhüt edilen hususların yerine getirilip getirilmediğini araştırma ve takip etme hakkına sahiptir.[1] Bulgaristan’ın söz konusu anlaşmalara uygun davranmaması neticesinde, bünyesinde barındırdığı Türk azınlığı göçe zorlama politikaları Türkiye için yönetilmesi gereken bir dış politika krizi olarak belirmiştir.

Bulgaristan ve Türkiye arasında Yunanistan’daki gibi geleneksel bir düşmanlık algısı yoktur. Genel olarak ikili ilişkileri gerginleştiren en etkili faktör Bulgaristan’ın Müslüman/Türk azınlığa baskı uygulaması olmuş ve en nihayetinde 1989’da göç krizi patlak vermiştir.

Daha öncesinde de Bulgaristan ve Türkiye arasında azınlıklar konusunda gerginlikler, yaşanmış ama bir kriz durumu ortaya çıkmamıştır. Krizin neden 1989’da ortaya çıktığı bağlamsal değişkenler olarak nitelendirebileceğimiz içeren şu gözlemlere dayanmaktadır;

·         Bloklar arası yumuşama sonucu oluşan global stratejik ortam göçe zorlamak için uygundur.

·         Uluslararası konjonktüre paralel olarak oluşan örgütlenmeler, işçi hareketleri gibi devletlerin baskılarına karşı koyan kitleler içinde Türk azınlığı da yer almaya başlamıştır.

·      Bulgaristan’ın azınlık politikası SSCB tarafından Bulgaristan’ın iç meselesi olarak görülerek üstü kapalı bir şekilde desteklenmektedir. Ancak 1989’a gelindiğinde SSCB’nin daha çok kendi sorunlarına yönelmesi hasmın izolasyonunu güçleştirmiştir.

Bulgar liderlerin zihinlerinde Türk azınlığı potansiyel bir tehdit olarak görülmektedir. Bu bağlamda söz konusu tehdidin planlı bir şekilde ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bulgaristan’ın niyetine göre kriz tasarlanmıştır. Bulgaristan için azınlığın asimilasyonu karşısında Türkiye ile karşı karşıya kalması kabul edilebilir bir risk olarak görülmüştür.  Bu çerçevede azınlığı tehdit olarak çıkarmakiçin statükonun ihlal edilmesine yönelik eylemlerde bulunmak gerektiği anlayışıyla hareket etmiştir. Nitekim Bulgar yönetimi asimilasyon politikası kapsamında yürüttüğü Bulgarlaştırma siyasetini genel olarak isim değiştirme, Hıristiyanlaştırma, Türkçenin yasaklanması, Türk kültür ve medeniyetine ait izlerin silinmesi, tehcirler yolu gerçekleştirilmiştir.

Kurgulanmış olan krizin, 10 Aralık 1984’te Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nın isim değiştirme kampanyasının başlatılması için gerekli araçları sağlaması ile uygulama aşamasına geçilmiştir.[2] Böylece, 1984’ün sonlarında başlayan zorla isim değiştirme kampanyası sonucu Bulgaristan’ın isim değiştirme politikasının Türkiye’ye yansıması tehdit olarak algılanmıştır. 1989 krizi öncesi azınlık konusundaki 1960’lara dayanan uyuşmazlık mevcuttur. Ancak 1989 öncesi 1984’e dayanan isim değiştirme kampanyası ile başlayan uyuşmazlık çatışmaya evrilen ilişkilerin başlangıcını oluşturuştur. Bulgaristan’ın statükoyu ihlal eden tutumu karşısında sorunun Türkiye tarafından uluslararası alana götürülmesi gerginliğin tırmanması kriz öncesi çatışmacı ilişkilere zemin hazırlamıştır.

Bulgaristan’daki Türk azınlığın Türkiye’deki akrabalarına gönderdiği mektuplar sonucu toplumda oluşan endişe üzerine sorun gündeme gelmiş ve siyasiler sorunu meclise taşımıştır. Sorunun varlığından emin olunduktan sonra ise, Bulgaristan’ın azınlığa ve söz konusu eyleminden geçirilmesi amacı ile hedef devlet Bulgaristan’a yönelik sözlü uyarılarda bulunulmuştur. 15 Ocak 1985 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov’dan Bulgaristan’daki Türklere zorla Bulgar ismi verilmesi hareketinden vazgeçilmesini istemiştir.[3] Bulgaristan’ın uyarılara yönelik verdiği yanıt ise öncelik ile isim değiştirmenin gönüllü olarak yapıldığının ve sorunun kendi iç meselesi olduğunu belirtmek olmuştur. Türkiye, Bulgaristan’ın var olmayan bir sorun olmadığı varsayımı karşısında istemini karşılayacak bir cevap alamamıştır. Ancak isteminin karşılanmaması durumunda yine de Türkiye tarafından istemini karşılamak için ekonomik, hukuki ve askeri araçlara başvurulmamış siyasi araçların kullanılması öncelikli olmuştur. Siyasi araçlar olan uluslararası örgüler nezdindeki girişimler ise Bulgaristan’ın azınlığa yönelik şiddetini arttırmış göçe varan bir politika üretmesine vesile olmuştur.  

Kriz süresince iki ülke arasındaki ilişkiler daha çok söylemler üzerinden yürümüş ve iki ülke arasında her hangi bir şiddet girişimine yol açacak olaya rastlanmamıştır. Bulgar yönetiminin asimilasyon politikasına devam ederek Türkiye’nin istemlerine yanıt vermemesi durumunda ise konunun uluslararası forumlara getirilerek çözümlenmesine çalışılmıştır. Türkiye’nin azınlığın statüsünün ihlaline yönelik tehdit algısı hedef ülkenin ikili ilişkilerde şiddeti tercih etmemesi neticesinde Türkiye’nin karşı koyma şekli de diplomatik, siyasi araçlar yolu ile olmuştur.Türkiye krizi yönetirken şu öncelikleri dâhilinde hareket etmiştir;

  • Lozan Antlaşması ile garanti altına alınan sınırların dışına çıkılmamalıdır.
  • İnsan hak ve özgürlükleri barışçıl ilişkilerin geliştirilmesi yoluyla korunmalıdır.
  • Bölgesel istikrar sağlanmalıdır.

Bu öncelikler çerçevesinde Türk yönetimi, Bulgar yönetimi üzerinde cezalandırılacağı endişesine yol açabilecek seçeneklere başvurmak istememiştir. Bu sebeple de kuvvet kullanma tehdidine başvurmadan da Bulgaristan’ı ikna edebilmenin yollarını denemiştir. Böylece azınlığı kendi ulusal varlığına tehdit olarak gören Bulgaristan yönetiminin fiili olarak gerçekleştirdiği statüko ihlalinin yarardan çok zarara uğratabileceğine ikna etmeye yönelmiştir. Nitekim söz konusu zararın ne olacağı konusunda Türk yönetimince siyasi araçlar öncelikli olarak tercih edilmiştir. Bu amaçla Bulgaristan’ın üzerinde hedefi yalnızlaştırmaya yönelik bir zarar anlayışının ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Bulgaristan’ı cezalandırmadan eylemlerinden vazgeçirecek, eylemlerinin kendi aleyhine döneceği varsayımı ile hareket edilmiştir. Bu kapsamda uluslararası kuruluşların, devletlerin kınamalarının, uyarıları aracılığı ile baskı mekanizması kurularak uluslararası alanda hedef yalnızlaştırılmaktadır.

1985 yılından 1989’a kadar taraflar arasındaki uyuşmazlık kimi zaman sertleşirken kimi zaman da yumuşayan bir eğilim göstermiştir. Bu durum Bulgaristan’ınn uzlaşmacı tutumuna göre değişiklik göstermiştir. Ancak ilişkilerin kırılma noktası olan çatışmacı ilişkilerin başlangıcı 1989’a denk gelmektedir. Bulgaristan’ın değişmeyen tutumu karşısında uzlaşmazlık çatışmayı beraberinde getirmiştir. Bu aşamda Türk yöneticilerinin daha fazla aktif olmaları gereken bir evreye girdiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Bulgaristan’a karşı bir ilerlemenin sağlanamadığı önce kabul edilmiş sonrasında ise daha aktif olunacak politikalar üretilmeye başlanmıştır. Ancak aynı zamanda Bulgaristan Türk azınlığı sınır dışı etme eylemlerinde bulunmaktadır. Bu durumda taraflar arasındaki çatışmacı ilişileri arttırmaktadır. 10 Mayıs 1989’da çıkarılan pasaport yasası ile sınır dışı etmenin meşru zemini oluşmuş bu da statü ihlali ile birlikte büyük göç hareketine varan krizin tetikleyici şekillerinden olmuştur.

Bu arada Türk azınlık açlık grevleri, mitingler, gösteriler aracılığı ile bilinçli mücadeleye geçmiştir. Azınlığın tehdit olmasını engellerken daha çok tehdit üreten Bulgaristan yönetimi çareyi azınlığı sınırdışı etmekte bulmuştur. Ancak bu arada azınlığın gösterilerine karşı gelen Bulgar yönetimi azınlığa karşı polis gücüne başvurmuş ve ölümlere sebep olmuştur. Öldürme olayları karşısında Türk karar alıcılarının tehdit algısı yükselmiş ve tırmanma evresine geçilmiştir. Türkiye bu şiddet olaylarının üzerine diplomatik girişimlerini artırarak yaklaşık bir haftalık zaman dilimi içinde Bulgaristan’a 10 adet nota göndermiştir. Aynı zamanda Türk yöneticiler bu evrede uluslararası girişimlerde bulunmuştur. Nitekim 27 Mayıs 1989’da Başbakan Turgut Özal NATO’nun gündemine getirerek üst düzey girişimlerde bulunmuştur.

30 Mayıs 1989 krizin çıktığı anda Türkiye’nin tehdit algısının askeri düzeyde olmasa da ciddi siyasi baskı içermektedir. Aynı zamanda azınlığın haklarının sağlanamaması Türkiye için de hak ve saygı kaybına yol açabilecektir. Çatışmaya varan ilişkiler karşısında Türkiye’nin Bulgaristan’dan istemleri oldukça nettir;

·         Sorun bir müzakere masasında görüşülerek Türk azınlık hak ve statüleri yeniden değerlendirilmelidir.

·         Eğer azınlık illaki göç ettirilecekse bu zorla uygulanan insanları mağdur eden politikalar sonucu değil tarafların uzlaşarak oluşturdukları bir göç anlaşması neticesinde olmalıdır.

Ancak Türkiye bu istemlerini karşılayacak tutarlı politikar üretememiştir. Çünkü kriz sürecinde Türkiye bir taraftan göç ile gelen kişilerin yerleştirilmesi sorunu ile uğraşırken diğer yandan da güneydoğu sorununa ilişkin çözümler üretmek durumunda kalmıştır. Nitekim bu iki sorun oldukça belirgin olup MGK’nın gündeminde yaz aylarında birlikte görüşülen, çözümlenmesi gereken öncelikli temel sorunlar olarak nitelendirilmişlerdir. Bu çerçevede ise istem kararlı bir şekilde savunulamamış; Bulgaristan’ın algısında değişim yaratabilecek nitelikte, istemin yerine getirilmesini sağlayacak yaptırımlara başvurulmayarak hedef üzerinde tutum değişikliği yaratılamamıştır.

Bu bağlamda 30 Mayıs 1989 tarihinde Bulgaristan Türkiye’ye “sınırlarınızı açın” çağrısında bulunması üzerine Türkiye de istemine uygun olmayan bir şekilde “sınırlarımız her zaman açıktır” diye yanıt vermiştir.

Türkiye sınır dışı edilen Türkleri kabul etmekle Bulgaristan ile krizi çözmemiş aksine kriz Türkiye açısından tırmanan bir evreye geçmiştir. Bu evrede yoğun göç akımı karar alıcılar üzerinde endişe ve strese yol açarak Bulgaristan’ı bir göç anlaşmasına zorlaması için daha etkin kararlar alınması gerektiği kanaatini oluşturmuştur. Uluslararası alanda yoğun girişimlerde bulunulmasına karşın 20 Ağustos 1989 tarihine kadar Türkiye’nin Bulgaristan’ı uluslararası alanda yalnız bırakabilmesi pek mümkün olmamış ve bir göç anlaşması yapması için ikna edilememiştir. Türkiye’nin uygulamış olduğu kontrollü baskı stratejisinden bir sapma olmamıştır. Aynı şekilde barışçıl yöntemleri kullanma siyasasını devam ettirmektedir. Bunun sonucu olarak da uluslararası toplum ile birlikte hareket edilmesi gerekliliği çerçevesinde krizin çözümü de zorlaştırmıştır. Böylece sistemin çözülmesine kadar kriz zaman alan bir sürece yayılmamıştır. Kontrollü baskı stratejisi tercih edilerek Bulgaristan’ı eylemlerinden vazgeçirme çabası sınırlandırılmıştır. Bulgaristan üzerinde tırmanmaya yol açabilecek gelişimlerden bilinçli olarak sakınılmıştır. Yoksa Bulgaristan’ın nüfus olarak üstün olmasını sağlayacak bir durum olmayıp aynı zamanda Türkiye’den üstün olmasını gerektirecek askeri ya da ekonomik kapasitesinin varlığı da söz konusu değildir.

Türkiye öngöremediği 300 bini aşan göç akımı karşısında 19 Ağustos 1989 akşamı gerçekleştirilen toplantıdaki karar göre sınırlarını 22 Ağustos 1989’da kapatmak durumunda kalmış ve iki ülke arasındaki kriz tırmanışa geçmiştir. Bu durum Türkiye için karar almaya zorlayan, krizi tırmandıran bir faktör olarak belirirken Bulgaristan, her zaman sınırlarının açık olduğunu söylemiyle hareket eden Türkiye’yi sınırlarını kendi soydaşlarına kapatması, tutarsız davranması nedeniyle kınamıştır.

Bu arada Ağustos sonundan itibaren Türkiye Başbakanı Turgut Özal, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgilenirken Türkiye aynı zamanda güneydoğu sorunu ile alakadar olmaktadır. Bu bağlamda karar alıcıların önceliği de aciliyeti olan konulara yoğunlaşmıştır. Artık anlaşma yapılamayan göçten sonra nitekim düzensiz bir şekilde de olsa gelen kişilerin barınması geçimlerini sürdürebilmeleri için olanaklar yaratılmaya çalışılmıştır.

Bulgaristan’ın Türkiye ile müzakere masasına oturmasının ön şartı azınlıklar özelinde değil genel olarak Türk-Bulgar ilişkilerinin değerlendirilmesidir. Fakat Türkiye sadece azınlıklar konusunu görüşmek şartı ile anlaşma sağlanabileceği konusunda direterek Bulgaristan’ın görüşme önerilerini reddetmiştir.

Bu arada Bulgaristan’ın iç yapısında azınlığa karşı tutum değiştirdiğini görmekteyiz. Bulgaristan yöneticileri artık  azınlığa yönelik baskı politikasına da uygulamamaktadırlar. Bulgaristan çoğu göç etmiş olsa da geri dönmek isteyenler için Bulgar vatandaşı oldukları sürece Bulgaristan’da yaşayabileceklerini aynı zamanda Bulgar Parlamentosu ve Yurttaşlık Hakları Komisyonu seyahat özgürlüğünün uluslararası anlaşmalara uygun olarak yerine getirildiğini bildirirmiştir. Öyle ki artık Bulgaristan içinde Türk azınlık olmadığını iddia etmeyip azınlığı kabul eden söylemi ile uyumlu davranmaya başlamıştır. Ancak Türkiye için krizin  sonlanması tehdit algısının karar alıcılar için de ortadan kalkmasına bağlıdır.

4 Ekim 1989’da toplanan İKÖ Dışişleri Bakanları New York’ta gerçekleştirilen olağanüstü toplantıda Kuveyt’in girişimi üzerine Bulgaristan ve Türkiye’nin ikili ilişkilerin ve Türk azınlığın durumunun görüşülmesi amacıyla 30 Ekim 1989’da Kuveyt’te görüşmeye davet edilmişlerdir. Bulgaristan’ın önkoşulsuz müzakereden vazgeçerek azınlığın durumun görüşülmesini içeren  “gündemli görüşmeyi” kabul etmesi üzerine Türkiye de bu daveti kabul etmiştir. Böylece Bulgaristan’ın açıkça “önkoşulsuz” bir bildirimde bulunmasına gerek kalmadan Türkiye tutumunu değiştirerek görüşmeye katılma kararı almıştır.  Bu aşamada karar alıcıların tehdit algısı hala Bulgaristan’ın mevcut baskıcı siyasetine devam edeceği yönündedir. Ancak görüşmenin kabul edilmesiyle de diplomasiden de vazgeçilmeyen bir siyasa izlendiği görülmektedir. Krizin sonlanmasında, Türkiye’nin tırmandırmaktan kaçınması sonucu, Türk yönetiminin diyalogdan yana bir tutum izlemesi sorunun müzakere edilebilirliğine zemin hazırlamıştır.

30 Ekim 1989 tarihinde öngörüldüğü şekilde taraflar Kuveyt’te müzakerelerde bulunmuşlardır. Türkiye’nin önceliği bu noktada ise  Bulgaristan’daki Türk azınlığın varlığının kabulü olmuştur. Bulgaristan’ın da Türk azınlığı inkarından vazgeçmesi ile kriz yumuşama evresine girmiştir. Bu görüşmede ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik olarak gereken siyasi iradenin varlığı araştırılmıştır. Nitekim Kasım ayında tekrar sorunların görüşülerek kalıcı çözüm getirilmesi amacıyla buluşma kararı alınmıştır. Söz konusu görüşme 9 Ocak 1990’da gerçekleşmiştir. Çünkü Todor Jivkov ikitarı devrilmiş ve yeni  hükümet kurulup düzene girene kadar görüşme mümkün olmamıştır.

29 Aralık 1989’da Bulgaristan’ın Türklere isimlerinin geri verilmesini, din, dil özgürlüğü tanınmasını kabul etmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler de normal seyrine dönerek kriz sonlanmıştır. Anlaşılacağı üzere Bulgaristan Türkiye’nin istemi üzerine söz konusu hak ve özgürlükleri sağlamamış kendi siyasal dinamiklerinin değişmesiyle azınlıklara hak sağlanması mümkün olmaktadır. Bulgaristan içerisindeki yapısal değişim Türkiye’nin istemi ile uyumlu politikalar üretecek iktidarı beraberinde getirmiştir.

Bulgaristan kriz sırasında oldu bitti ve sınırlı tırmandırma stratejilerine başvurmuştur. Bulgaristan, sistemsel değişme ile azınlık göç ettirilerek bir göç anlaşması yapılmadan üzerindeki yükümlülükten kurtulabilmenin yolunu aramıştır. Bu stratejiyi kullanırken aynı zamanda sınırlı tırmandırma stratejisine başvurarak Türkiye ile olan ilişkilerini tam olarak koparmadan amacını gerçekleştirebilecek, kendi lehine fiili durum yaratacak şekilde hareket etmiştir. Belirtmek gerekir ki ekonomik ilişkiler anlamında Türkiye Bulgaristan için oldukça önemlidir.

Bulgaristan’ın saldırgan stratejisi karşısında Türk yönetimi kendi stratejisini uygularken motivasyon eksikliği duymaktadır. Çünkü kendi stratejisini zorlayıcı bir güce dayandırmamaktadır. Bu sebeple de kriz sırasında istemin kabul edilebilmesi için Türk yönetimi tarafından rakibin kabul edilemez bir tırmanma korkusu yaratılamadığını görmekteyiz. Ancak bu tırmandırmanın yaratılmamasında sistemsel etki önemli bir yere sahiptir. Her iki ülke de farklı askeri-siyasi bloklarda yer almaktadırlar. Kriz tırmandırılarak askeri niteliğe evrilmiş olsaydı bloklar arası bir çatışma söz konusu olabilirdi. Bu sebeple de bir zorunluluk-aciliyet duygusu/baskısı yaratamamış olması muhtemeldir.

Krizi taraflarına göre tasnif edecek olursak öncelik ile krizBulgaristan ile Türkiye arasında yaşanmaktadır. İki taraf devlet arasında üçüncü aktörlerin de varlığından söz etmek mümkündür. Bu bağlamda uluslararası aktörler ve üçüncü devletler yaşanan krizin yarattığı gerginliği azaltmak amacıyla dâhil olmuşlardır. Diğer yandan Türkiye de uygulamış olduğu strateji doğrultusunda söz konusu aktörleri Bulgaristan’ı fiili durum yaratma çabası içindeki eylemlerinden vazgeçirmek amacıyla kullanmıştır. Bu bağlamda Türkiye krizin insani içeriği itibari ile AGİK, İKÖ, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar nezdinde sorunu bu kurumların gündemine taşınmıştır. Bulgaristan’ın uygulamaları Suriye, Macaristan, Yugoslavya gibi ülkelerin karar alıcılarına iletilerek bu ülkelerin Bulgaristan’ı kınamaları sağlanmıştır. Ancak kriz sırasında Türkiye’nin Bulgaristan’ı zorlamasında etkili olan ABD’nin desteği olduğu söylenebilir. Bu kapsamda ABD’nin Bulgaristan yönetimine uyarıları, ekonomik ambargo uygulaması, ABD parlamentosunun Bulgaristan’ı kınaması ile Bulgaristan’ı etkileme çabası içinde olan önemli üçüncü aktörlerden biri olmuştur. Sovyetler Birliği’nin sorunu Bulgaristan’ın iç meselesi olarak yorumlaması ile Türkiye’yi zor durumda bırakan aktörlerden biri olmuştur. Arabuluculuk rolü üstlenen Kuveyt’in etkisi ile Ayrıca arabuluculuk rolü üstlenen devletlerin varlığından da bahsedilebilir.

Karar alma birimleri açısından krizi değerlendirecek olursak her iki ülkede de baskın liderlerin ürettikleri politikaların krizi yönlendirmede etkili olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Başbakanı Turgut Özal’ın liderlik özellikleri özellikle krizin başarısını etkileyen önemli bir fatör olarak karşımıza çıkmaktadır. Karar alma biriminin dinamiklerinde liderin başkalarının görüşlerine olan yaklaşımı önemli bir yere sahiptir. Oysa Başbakan Özal sınır kapatma kararını tek yanlı olarak ele almış ve Türkiye’nin krizin başlangıcından beri dillendirdiği açık kapı söylemleri ile uyumsuz tutum geliştiriştir. Bu durumda lider kendisine uygun olan bilgi kaynağı ile hareket etmiş CIA’den elde edilen 100.000 kişinin geleceği varsayımı ile rahatça söylemlerini dile getirmiştir. Lider etkisini ayrıca krizi yönetilirken Başbakan Turgut Özal’ın ekonomik ve siyasal alanı birbirinden ayrı tutan anlayışı ile ekonomik yaptırımlara başvurulması konusunda ikincil yol olması konusunda görmekteyiz. Turgut Özal’ın kriz sırasında Türklük kimliğine vurgusu ‘soydaş’ olarak nitelendirilen Müslüman/Türk azınlık karşısında ise Türkiye’nin İKÖ ve Müslüman ülkeler nezdinde yapmış olduğu girişimlerde başarısız olmasında etkili olmaktadır. Kurumsal karar alma mekanizması kapsamında ise Anayasa’nın Başbakana vermiş olduğu yetki ve sorumluluk üzerine, Başbakanın bakanlara karşı sorumlu olmayıp tam tersi bakanların Başbakana karşı sorumlu olması dolayısıyla Başbakan Turgut Özal kriz sırasında Dışişleri Bakanlığı’nın benimsemiş olduğu temel prensiplerin dışında söylemlerde ve eylemlerde bulunabilmiştir.  Diğer yandan Bulgaristan’daki Todor Jivkov yönetimi de sivil otoriter rejime sahiptir. Bu sebeple de azınlığı tahakküm altına alan milliyetçi siyasetin izlenmesine olanak yaratmaktadır.Bulgaristan yönetiminin Türkiye’yi bir komşu devlet olarak değil de içinde barındırdığı azınlığın “anavatanı” olarak görmesinin bir sonucu olarak ilişkilerin iyi komşuluk çerçevesinde yürütülmesi mümkün olmamış, krizin gelişen bir süreç içinde ortaya çıkmıştır. Nitekim, gelişen kriz kapsamında Türk yönetimi Bulgaristan yönetimine Bulgaristan’ın statükoyu ihlal eden eylemlerini durdurması için istemini 22 Şubat 1985 tarihinde iletmiş fakat ancak sistemsel değişim ile beraber 10 Kasım 1989 tarihinde Todor Jivkov’un iktidardan ayrılması ile istemin yerine getirilmesini sağlayacak koşullar Bulgar yönetimi içinde oluşturulmuştur.

Krizin başarılı ya da başarısız bir şekilde yönetilmesinde, yönlendirilebilmesinde ulusal koşullar da etkilidir. Kriz 1980 askeri darbesi sonrasında demokrasiye geçilmesiyle iktidara gelen sivil bir hükümet tarafından yürütülmektedir. Demokratik bir rejime geçilmesine rağmen henüz sıkıyönetim tüm ağırlığı ile varlığını hissettirmekte olup Türkiye azınlıkların haklarının geliştirilmemesi, demokrasinin sağlanmadığı, özgürlüklerin sınırlandığı gibi gerekçeler ile uluslararası alanda kınanmaktadır. Bu durumda kendisinin de azınlık haklarını sağlayamaması ve Bulgaristan’dan da azınlık haklarının sağlanması yönünde aynı beklenti içinde olması Türkiye için çelişkili bir durum yaratmış olup Türkiye’nin Bulgaristan’ın uygulamalarına karşılık sorunu uluslararası platformda savunmasını zorlaştırmıştır. Öte yandan sorunun Türk halkı tarafından “milli dava” olarak benimsenmiş olması ise karar alıcıların krizi yönetmesinde kolaylaştırıcı bir etmen olmaktadır.


[1]  İbrahim Kamil, “İkili ve Çok Taraflı Siyasi Antlaşmalar, İnsan Haklarına İlişkin Belgeler ve Bulgar Anayasasına Göre” Bulgaristan’daki Türklerin Hakları,Ankara: Yüksek Öğretim Kurulu Matbaası, 1989, s. 29. 

[2]Archive of Bulgarian Interior Ministry, a report of the operation (АМВР, рег. № I 5224 от 17 декември 1984 г. Протокол от оперативка на ръководството на МВР, проведена на 10.12.984 г.)’dan aktaran, The Revival Process and Its Influence on the Identity of Bulgarian Turks in Turkey” , http://www.balkanethnology.org/files/library/Mila/The_Revival.pdf [10.07.2013]. 

[3]“Evren Jivkov’dan ‘Çözüm’ İstedi”, Cumhuriyet, 16 Ocak 1985, 1.  

2010 Mavi Marmara Krizi

ÖZET  İstanbul Merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı) ile Gazze Şeridi’ne içerisinde 10 bin tonluk yardım malzemesi taşınması girişimi, filoya 31 Mayıs 2010’da İsrail tarafından askeri operasyon düzenlenmesi ve yaşanan ölçüsüz...

Deniz – Denizcilik Düzenlemeleri

Dizin: (92 kayıt) 1929 Senesinde Londra'da Mün'akit "Deniz Hayat Selameti" Konferansında Bazı Maddeleri Tadil Edilen Beynelmilel Deniz'de Meni Müsademe Nizamnamesini Tadilen Teklif Olunan Merbut "Deniz'de Meni Müsademe" Nizamnamesinin Meriyete Vazı (Londra,...

TDP Krizleri Anasayfaları

TÜRK DIŞ POLİTİKASI KRİZLERİ Türk Dış Politikası Krizleri Ana Sayfa Erişimi...   Menüden krizlere ilişkin anasayfalara erişebilirsiniz. Aşağıdaki tabloda Projemizin tesliminden sonra gerçekleşen dış politika krizlerinin de eklenmiş olduğu güncel (Ağustos 2023)...

Ana Sayfa 1926 Musul Krizi

1924 MUSUL KRİZİ İmparatorluklar çağını sona erdiren Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde bir güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere baskın aktörlerden biri olarak sistemin yönlendiricisi durumdadır. Avrupa’da Alman...

Ana Sayfa-1926-1927 Bozkurt-Lotus Krizi

LOTUS-BOZKURT DAVASI (2 Ağustos 1926 - 7 Eylül 1927) ÖZET Midilli açıklarında çarpışan Bozkurt adlı Türk gemisi ile Lotus adlı Fransız gemisinin yol açmış olduğu krizdir. Çarpma sonucunda Bozkurt gemisi batmış ve 8 Türk gemici ölmüştür. Fransız gemisi Lotus...

Ana Sayfa- 1930 Küçük Ağrı Krizi

1929-1930 KÜÇÜK AĞRI KRİZİ Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere ve Fransa sistemin yönlendiricisi durumdadır. Almanya Versay Antlaşması nedeniyle zayıflatılmış, ABD izolasyonist bir dış...

Anasayfa-1935 Bulgaristan Krizi

1935 BULGARİSTAN KRİZİ İki savaş arası olan bu dönemde statükocu- revizyonist-ülkeler rekabet halindedir. 1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkeleri olan İngiltere ve Fransa uluslararası sistemde statükonun devamından yanayken yenilen ve ağır şartlar dayatılan Almanya,...

Ana Sayfa – 1936 Hatay Krizi

Ana Sayfa - 1936 Hatay Krizi      

Ana Sayfa – 1942 Struma Krizi

  1942 Struma Krizi     Krizin Adı Krizin Tarafları Başlangıç ve Bitiş Tarihleri Kısa Hikayesi 1942 Struma Krizi Türkiye - ???  1942 II. Dünya Savaşı sırasında, 12 Aralık 1941 trihinde Romanya'nın Köstence Limanı'ndan ayrılarak Boğazlar yoluyla...

Ana Sayfa-1945 Sovyet Talepleri Krizi

1945 Sovyet Talepleri Krizi ÖZET Türk dış politikası krizleri içerisinde 1945 Sovyet Talepleri Krizi, en uzun döneme yayılan krizdir. Kriz, 12 Haziran 1945’te başlamış, 1947 Truman Doktrini ile etkisini azaltmış ancak Stalin’in ölümü sonrasında Rus yöneticilerin 30...