6-7 EYLÜL OLAYLARI

ÖZET

1955 yılında Kıbrıs konusunda müzakerelere katılmak üzere Londra’ya giden Türk heyetinin kamuoyunun Kıbrıs konusuna ilgi desteğini göstermesi için gösteriler yapılmasını istemesi üzerine düzenlenen gösterilerin kontrolden çıkarak azınlıklara yönelik şiddet ve yağmaya dönüşmesiyle başlayan kriz. Dış politika krizine dönüşmesi bakımından değerlendirildiğinde Lozan Barış Antlaşması’nın 37-45. maddeleri arasında düzenlenen Azınlıklara ilişkin hükümler çerçevesinde Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelere konu edilmiş, saldırılarda görenlerin uğradığı zararlar Hükümet tarafından tazminat önererek giderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca her iki ülkenin NATO üyesi olması nedeniyle ABD’nin krizin derinleşmesini önlemek ve tarafları yatıştırmak adına olaya müdahil olduğu görülmektedir.

Türkiye yasal olarak uluslararası hukuk açısından doğrudan herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış olsa da Yunanistan’la ikili ilişkilerde psikolojik bir etki olarak her zaman karşısına çıkmıştır. Sonrasında yapılan görüşmeler ve özellikle de Kıbrıs’ın statüsüne dair görüşmelerde Türkiye azınlıkların hakkını yeterince koru(ya)mayan bir ülke olarak telakki edilmesine sebep olacaktır. Bu durum ülke açısından ciddi bir prestij kaybı olarak görülecektir.


 GİRİŞ

1955 6-7 Eylül Olayları İstanbul’da yaşayan başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik gerçekleştirilen yağmalama hareketidir. Krizin çıktığı tarihten beri olayın müsebbibinin kim olduğu en az kriz kadar araştırmalara konu olmuştur. Bir grup araştırmacıya göre krizi çıkaran taraf dönemin Türk hükümeti, Demokrat Parti (DP) yönetimidir. Bu yönde düşünen araştırmacılara göre, DP belli bir politik hedefe yönelik hazırlamış olduğu planını Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti (KTC), Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve işçi sendikaları aracılığıyla gerçekleştirmiştir.

Farklı düşünen ikinci gruptakilere göreyse – ki hükümetin ilk açıklamalarından bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır- kriz Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından hoşnut olmayan Sovyet Rusya, Yunanistan ile tesis edilmeye çalışılan ilişkileri engellemek isteyen ajanlar tarafından (veya Türkiye’de yaşayan komünistlerle) tertip edilmiştir.[2]’’

Bununla birlikte tartışmalar sükûnete erdikten ve yıllar sonra yapılan acıkmalardan ortaya çıkan tablo, krizin Başbakan Menderes hükümeti tarafından çıkarıldığını göstermektedir. Hükümetin, ekonomik zorlukların sebep olduğu iç politikadaki eleştirilerden kurtulmak ve Kıbrıs meselesinin görüşüldüğü Londra Konferansı’nda daha avantajlı bir konum elde geçmek için dikkat çekecek bir eylem planladığı görülmektedir.

1955 yılında Kıbrıs konusunda Türkiye ve Yunanistan arasında uyuşmazlık bulunmaktaydı. Kıbrıs konusundaki uyuşmazlığı çözmek Londra’ya giden Türk heyetinin müzakere masasında elini güçlendirmek için Türk kamuoyunun Kıbrıs konusuna ilgi desteğini göstermesi için gösteriler yapılmasını talep etmiştir. Bunun üzerine düzenlenen gösterilerin kontrolden çıkarak azınlıklara yönelik şiddet ve yağmaya dönüşmesiyle, Türkiye ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştır. Böylece Kıbrıs sorunu uluslararası bir boyut kazanmıştır. Dış politika krizine dönüşmesi bakımından değerlendirildiğinde, Lozan Barış Antlaşması’nın 37-45. maddeleri arasında düzenlenen azınlıklara ilişkin hükümler çerçevesinde Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelere konu edilmiş, saldırılarda mağdurların uğradığı zararlar hükümet tarafından tazminat önererek giderilmeye çalışılmıştır.

gazete3Olayları ateşleyen en önemli etken 6 Eylül 1955 tarihli İstanbul Ekspres gazetesinin “Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı” başlıklı manşeti olmuştur. Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığına dair yapılan haber Türk halkının duygusal hassasiyetine neden olmuş ve halk galeyana gelmiştir. Zaten Kıbrıs Türklerine yapılan baskılar, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde başköşeyi işgal ederken, olaya tepki olarak yapılan gösterilere kısa sürede yoğun bir katılıma sebep olmuştur. Gösteriler sonrasında Rumlara duyulan tepki kısa sürede yağma hareketine dönüşmüştür.

Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin öncülüğünde gençlik örgütleri, meslek kuruluşları ve Demokrat Parti teşkilatının telkin ve teşvikiyle kalabalıklar ve İstanbul dışında getirilen kitleler 6 Eylül akşamı bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirmiştir. Nitekim bu eylemlerde birçok ev, dükkân, okul, kilise vs. yakıp yıkılmış ve yağmalanmıştır. Tahrip sonucunda takriben 300 milyon lira tutarında bir zarar meydana gelmiştir, ülkeyi yüksek meblağlarla tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. 7 Eylül sabahı yayınlanan hükümet bildirisinde olaylar “büyük bir felaket” olarak nitelenmiş,  dünya kamuoyuna sorumluların en kısa zamanda adaletin karşısına çıkarılacağının sözü verilmiştir.

Krizin patlak verdiği tarihte Türkiye, tek partili sistemden çok partili hayata henüz geçmişti ve Demokrat Parti ülkeye hükümet etmekteydi. 1950 yılı genel seçimlerinde Demokrat Parti, oyların %57,50’sini alarak 502 milletvekili; ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi %35,29’luk oranla 31 milletvekili çıkarmıştır. Yani, dönemin Türkiye’si Demokrat Parti öncülüğünde çoğunluk hükümetiyle yönetilmekteydi. Bu dönemde ülkenin cumhurbaşkanlığı makamı DP kurucularından Celal Bayar tarafından idare edilmektedir. Adnan Menderes başbakanlığında toplanan 21. hükümetin (17.05.1954- 09.12.1955) dışişleri bakanlığı’nı Fatin Rüştü Zorlu yapmaktaydı.

Kriz gerçekleştiği dönemde uluslararası sistemin yapısında ciddi değişimler yaşanmaktadır. Önceleri İngiltere ve Fransa’nın çok daha baskın aktör olarak önce çıktığı bir dünya düzeninden SSCB ve ABD’nin etkisinin baskın olduğu çift kutuplu bir sisteme geçilmiştir. Dünya genelinde ülkeler sosyalist ve kapitalist blok diye iki gruba ayrılırken sınırlı sayıda devlet bağlantısızlar adı altında örgütlenmiştir. Türkiye ve Yunanistan ABD’nin başını çektiği kapitalist blokta yer almıştır. Bunun dışında krizin tarafları Türkiye ve Yunanistan ikili ilişkilerin gerginleşmesini engelleyen, kapitalist bloktan ülkelerin yer aldığı bir uluslararası bir ittifak üyeleridir. Bu üyelik krizin seyri ve ABD’nin olaya dahli açısından belirleyici bir unsur olmuştur.

Sistem düzeyi bakımından ise kriz bölgesel alt sistemde (Avrupa’da) cereyan etmiştir. Buna rağmen kriz esnasında muhataplar ve ABD’nin dolaylı telkinleri dışında müdahil olan her hangi bir baskın aktör bulunmamaktadır. Ayrıca kriz sürecinde uluslararası – bölgesel gündemi bağımsızlık savaşları,  baskın – süper güçler arası siyasi-diplomatik çatışma ve aşırı silahlanma, nükleerleşme, kitle imha silahlarına sahip olma meseleleri meşgul etmekteydi. Kriz coğrafyasıysa Avrupa (İstanbul, İzmir) olarak belirlenmiştir. Bunun dışında bölgesel gündemde, Avrupa’da bu dönemde Batı Avrupa ülkelerini birleştirmeyi hedefleyen altı üyeli uluslararası bir örgütün -Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)- temellerini atmak için girişimlerde bulunulmuştur.

Türkiye’de karar alma birimi olarak kurumsal bir yapı (Bakanlar Kurulu- Kabine) mevcut bulunmakla birlikte; kurulun yapısı gereği kararlar oy birliği ya da oy çokluğundan ziyade ilgili birimlerin fikirleri alınarak başbakanın onayıyla alınır. Zaten kabinenin görüşleri yasal olarak Başbakan için tavsiye niteliği taşıdığından bakanlarla aynı fikirde değilse farklı bir karar verme yetkisine sahiptir. Dönemin Türkiye’sinde karar alma süreci geleneksel olarak 1-4 kişiden oluşan küçük grup”tan oluşmaktadır. Bununla birlikte kriz yönetim sürecinde öne çıkan liderler Cumhurbaşkanı Mahmut Celal Bayar ve Başvekil Adnan Menderes ile Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu dışında İstanbul, İzmir ve Ankara örfi idari amirleri olmuştur.

gazete6Yunanistan’daysa ülke yönetiminde asker kökenli Alexander Papagos başkanlığındaki milliyetçi muhafazakâr çoğunluk hükümeti (Greek Rally Party) bulunmaktaydı. Karar alma süreci Türkiye’de olduğu gibi olarak 1-4 kişiden oluşan “küçük grup” tarafından  yürütülmekteydi. Ülkede kurumsal (Bakanlar Kurulu) bir karar alma süreci bulunmaktaydı.

Kriz yönetimi açısından aktörler arası iletişimin düzeyi de şüphesiz önemlidir. Çünkü sağlıklı, doğru iletişim ve görüşme kanallarının açık – kapalı oluşu krizin seyrini değiştirilebilmektedir. Bu krizde devlet başkanları, hükümet başkanları ve dışişleri-bakanlar düzeyinde yürütülmüş, uzun ve çetrefilli bir kriz olmadığı için bürokrat ve diplomatik temsilcilerin müdahil olmadığı görülmüştür. Her birim kendi mevkidaşıyla sorunu müzakere etmiştir. Türkiye krizde üzüntülerini defaatle belirtmiş olması sebebiyle aktörler arasında gerginlikler çok fazla yaşanmamıştır. Türk hükümeti, olayın müsebbibi olarak devlet dışındaki aktörleri işaret etse de krizin her hangi tüm safhasında üzüntülerini dile getirmiş ve mağduriyetlerin giderileceğinin altını çizerek iletişim kanallarını açık tutmuştur. Bununla birlikte hükümet yetkililerinin Meclis’te vermiş olduğu brifinglerden meselenin mahkemelere intikal ettiği ve Yunan Hükümetiyle müzakerelerde çetin safhalar geçirildiği, geçirileceği anlaşılmaktadır.[4]

Ayrıca Yunan hükümetinin 1954’te Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletlere götürerek kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını isteyeceğini açıklaması, Türkiye’nin, görüşlerini net bir şekilde ifade etmesine yaramıştır. F. Köprülü’ye göre;

İngiliz egemenliği altındaki Kıbrıs konusunda Yunan liderleri ile asla görüşmeler yapılmadı ve konunun Yunanistan ile görüşülmesi uygunsuz bir davranış olacaktı. Türkiye için ‘Kıbrıs sorunu’ bulunmamaktadır; ancak günün birinde adanın geleceği İngiltere ile görüşülecek bir konu olarak ortaya çıkarsa, adada yaşayan büyük orandaki Türk azınlığın varlığı Türkiye’ye konu üzerindeki görüşlerini açıklama hakkı verecektir. Bununla beraber Türk hükümetinin görüşüne göre adanın bugünkü statüsünde bir değişikliğin yapılması uygun değildir.[6]

 Dolayısıyla doğrudan olmasa da ABD ve NATO’nun dolaylı olarak gelişmelere kayıtsız kalmadığı görülmektedir.

Krizin sonucu zımni uzlaşı olarak belirlenmiştir. Kriz sonrası durumsa statüko ante olmamıştır. Türkiye yasal olarak doğrudan herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış olsa da Yunanistan’la ikili ilişkilerde psikolojik bir etki olarak her zaman karşısına çıkmıştır. Sonrasında yapılan görüşmeler ve özellikle de Kıbrıs’ın statüsüne dair görüşmelerde Türkiye azınlıkların hakkını yeterince koru(ya)mayan bir ülke olarak telakki edilmesine sebep olacaktır. Bu durum ülke açısından ciddi bir prestij kaybı olarak görülecektir.


[2] Emin Karakuş, 40 Yıllık Bir Gazeteci gözüyle İşte Ankara, Hürriyet Yay. Ankara, 1997,s. 285.

[4]  Faruk Sönmezoğlu, “Kıbrıs Sorunu’nda Tarafların Tutum ve Tezleri,” Türk Dış Politikasında Sorunlar, Der. Esat Çam, İstanbul Der Yay. 1989, s. 96.

[6]“Ayın Tarihi”, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, (20 Eylül 1955). http://www.ayintarihi.com/PQKpZ/date/1955-09-25  (Erişim tarihi10.09.2015)

2010 Mavi Marmara Krizi

ÖZET  İstanbul Merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı) ile Gazze Şeridi’ne içerisinde 10 bin tonluk yardım malzemesi taşınması girişimi, filoya 31 Mayıs 2010’da İsrail tarafından askeri operasyon düzenlenmesi ve yaşanan ölçüsüz...

Ana Sayfa – 2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi

2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi ÖZET 22 Şubat 2015 tarihinde Türkiye'nin Suriye topraklarında gerçekleştirmiş olduğu "Şah Fırat Operasyonu" ile Süleyman Şah Türbesi'ni Türkiye-Suriye sınırı yakınındaki Eşme Köyü'ne nakletmesi ile ortaya çıkan kriz durumu. Söz konusu...

 Ana Sayfa – 1974-1980 NOTAM-FIR Krizi

Ana Sayfa - 1974-1980 NOTAM-FIR Krizi

Ana Sayfa – 2015 Irak/Başika Krizi

Ana Sayfa – 2015 Irak/Başika Krizi

Ana Sayfa – 2003 DOĞU AKDENİZ DENİZ YETKİ ALANLARI KRİZİ

Ana Sayfa - DOĞU AKDENİZ DENİZ YETKİ ALANLARI KRİZİ Doğu Akdeniz  Deniz Yetki Alanları Krizi Özet: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 2001 yılından itibaren Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları ile ilgili çalışmalar yapmaktadır. Kıbrıs Adası etrafında Münhasır Ekonomik...

Anasayfa-1935 Bulgaristan Krizi

1935 BULGARİSTAN KRİZİ İki savaş arası olan bu dönemde statükocu- revizyonist-ülkeler rekabet halindedir. 1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkeleri olan İngiltere ve Fransa uluslararası sistemde statükonun devamından yanayken yenilen ve ağır şartlar dayatılan Almanya,...

Ana Sayfa – 1957 Suriye Krizi

1957 Suriye Krizi Soğuk Savaş’ın en yoğun şekilde yaşandığı zaman dilimleri olarak adlandırabileceğimiz 1950-1960 arası dönemde Suriye ile yaşadığımız algısal güvenlik krizi olarak nitelendirilen krizdir. Bölgesel alt sistemde var olan uluslararası mücadele ülkelerin...

Ana Sayfa Haşhaş Ekimi Krizi

  Haşhaş Ekimi Krizi ABD ile Soğuk Savaş döneminde yaşanılan ikinci dış politika krizi olan Afyon Krizi, en genel tanımıyla Türkiye’nin afyon tarımı yapmasını ABD’nin baskıyla engelleme girişimleri olarak özetleyebiliriz. 1968-1973 seneleri arasında inişli çıkışlı bir...

Ana Sayfa – 1974 Kıbrıs Krizi

1974 Kıbrıs Krizi AbstractThe Cyprus situation came to a head on 15 July 1974 when the Athens regime instigated a coup by Greek army officers in Cyprus, seeking to achieve 'enosis'. Turkey concerned at the imminent possibility of a unified Greece and Cyprus - sent in...