“Askeri bir başarısızlığa uğramaktansa meseleyi siyasi yönden halletmeye çalışalım. Siyasi yenilgiye uğrasak dahi askeri yenilgiye uğramak kadar zararlı olmaz”

İsmet İNÖNÜ

 

Abstract

According to constitution agrrements of Cyprus; Greece, Turkey and Britain would ensure the independence, territorial integrity and security of the Republic of Cyprus as regulated by the Basic Articles of its constitution. The Treaty also banned the participation of the Republic of Cyprusin whole or in part, with any political or economic union. But Makarios tried to alter the constitution. Turkey perceived threat from the behavior of Makarios and  in the interest of preserving security of Turkish Cypriot community, Turkey threatened to intervene in Cyprus. But after strong warnings from the United States instead of intervening to the island she used only air power. This crisis took part as one of the sample coercive diplomacy strategy in Turkish foreign policy.


Kriz öncesi evrede; Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios, 22-26 Kasım 1962 tarihleri arasında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’ye resmi ziyarette bulunarak Kıbrıs Anayasası’nda yapılmasını gerekli gördüğü değişiklikleri Türkiye’deki yetkililere aktarmıştır.  30 Kasım 1963 tarihinde Makarios Kıbrıs Anayasası için öngördüğü değişiklikleri Türk toplumu temsilcilerine sunmuş Türk tarafı ise 16 Aralık 1963 tarihinde bu değişiklikleri kabul edilemez olduğunu belirterek reddetmiştir.  Makarios söz konusu değişiklikleri garantör ülkeler olan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a da sunmuş olup Türkiye tarafından da değişiklikler reddedilmiştir. Cumhurbaşkanı Makarios’un Kıbrıs Anayasası’nın maddelerini tek taraflı olarak değiştirmeye çalışması Türkiye tarafından Anayasal eşitliği ortadan kaldırıcı bir girişim olarak görülmüştür.

Bu nedenle krizin tetikleyicisi Türkiye sınırlarının dışındadır. Krizin tetikleyici eylemi enosis yanlısı EOKA’nın Türk toplumuna yönelik şiddet davranışıdır. Şiddet eylemi Adadaki Türk toplumunu yok etmeye yönelik olarak uygulanan örgütlü ve planlı bir girişim olduğu için karşı tarafın niyeti açısından tasarlamış bir krizdir. 21 Nisan 1966 tarihinde Patris Gazetesi’nde yayınlanan Akritas Planı[1] olarak isimlendirilen plan çerçevesinde Kıbrıs’ta yaşayan Türkler enosise ulaşmanın önündeki en önemli engel olarak görülmüş ve söz konusu anayasa değişiklikleri neticesinde ortaya çıkacak statü kabul edilmezse Türk toplumunun şiddet eylemleri ile sindirilmesi ve yok edilmesi amaçlanmıştır.

 21 Aralık 1963 tarihinde yerelde başlayan çatışmalar Kıbrıs Rum polisi ve EOKA militanları tarafından Ada genelindeki Türklere yönelik saldırılara dönüşmesiyle krizin başlangıç evresine geçilmiştir. Kıbrıs’ta meydana gelen bu şiddet eylemleri 1963-1964 Kıbrıs krizinin ortaya çıkışına neden olmuştur.  Türkiye 1960 yılında Kıbrıs’ta kurulan düzenin ve Kıbrıs Türk toplumunun hak ve menfaatlerinin korunması yüksek öncelikli değerler olarak benimsemiş ve bu kapsamda Kıbrıs Türk toplumuna yönelik saldırıları kendi açısından siyasi bir tehdit olarak algılamıştır.

Türkiye krizin başlangıç evresinde krize temkinli yaklaşarak öncelikle diplomasi seçeneğine başvurmuştur.

Karar verme sürecinde Cumhurbaşkanı Cemal GÜRSEL’dir. Başbakan İsmet İNÖNÜ, Dışişleri Bakanı Feridun Cemal ERKİN siyasi aktörler olarak ön plandadır. Krizi tetikleyen olay sırasında Türkiye’de 1961 Anayasası’nın kurduğu siyasal sistem vardır.  1961 Anayasası ile ayrıca ilk kez dış politikanın belirlenmesi sürecine Milli Güvenlik Kurulu da dahil olmuştur. Bu bağlamda Genelkurmay Başkanı Cevdet SUNAY askeri bürokrasiyi temsil etmektedir. 1960 askeri müdahalesi sonrasında TSK içerisinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarından beslenen ihtilal girişimleri, sivil siyasetçiler arasında ise güvensizlikler mevcuttur. 1960 askeri müdahalesi sonrası sivilleşmeye yönelik girişimler yapılırken iç siyasette oldukça asker- sivil çatışması mevcuttur. Bu durum ise kriz sürecinde zaman zaman emir-komuta zincirinde aksamalara yol açmıştır.

23 Aralık 1963 tarihinde Türkiye garantör ülke olan Yunanistan ve İngiltere nezdinde girişimlerde bulunarak ortaklaşa bir çözüm bulunulması şeklinde istemini iletmiştir. 24 Aralık 1963 tarihinde ise Türkiye’nin girişimi üzerine Garantör ülkeler taraflar arasında ateşkes çağrısında bulunurken Türkiye de Adadaki Türk alayını harekete geçirerek Türk toplumuna yönelik saldırıları önleme çabasında bulunmuştur.

Rakibin fiili ihlalden geri adım attırılabilmesi için gerekirse savaşa başvurulabileceğine dair kararlılık ve inandırıcılık özellikleri yüksek stratejiler uygulanmıştır. Krize yol açan konu hakkında devletin temel değer ve önceliklerini sarsan bir tehdidin ortaya çıkmış olmasından hareket edilerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ihlalini sona erdirecek davranış zorlayıcı diplomasi stratejinden yararlanılarak saptanmıştır. Bu strateji uygulanırken aynı zamanda hukuksal meşruiyetten uzaklaşılmadan uluslararası aktörlerin desteği sağlanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede ittifak ilişkileri içerisinde bulunulan ülke ve örgütlere diplomatik düzeyde bilgilendirmeler yapılarak Türkiye’nin kriz sürecinde izlemekte olduğu siyasanın haklılığı/meşruluğu anlatılmıştır.

Ulusal savunma sanayi gelişmemiştir. Özellikle Johnson mektubunun ardından Türkiye’nin saldırılara karşı etkin bir şekilde karşılık verme isteği ABD tarafından baskı ile engellenmiştir. Diğer taraftan Yunanistan’ın Adadaki Rum güçlerini fiili olarak desteklemesi Türkiye’nin girişimlerini zorlayan uluslararası bağımsız değişkenler arasındadır. Ayrıca askeri yetersizliklerin yanı sıra SSCB’nin Makarios yönetimini destekleyen açıklamaları Türkiye’nin hareket alanını kısıtlayan bağımsız değişkenler arasındadır. Bu bağlamda Türkiye uluslararası siyasal sistemin koşulları dahilinde hareket ederek krizin bloklar arasında bir çatışmaya yol açmasından sakınmıştır.

Krizin başarılı bir şekilde yönetilebilmesinde tarihi bir kişilik olan Başbakan İsmet İNÖNÜ’nün güçlü liderlik göstermesi önemli rol oynamıştır. Liderin algı düeyi, bilişsel kapasitesi, bilgisi, kriz durumlarında isabetli karar verebilme yetisi ve krizi kontrol edebilme becerisiyle, krizdeki risk ve faydaların belirlenmesinde etrafındaki siyasi kadronun da görüşünü alarak hareket etmesi krizin aşılabilmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Nitekim Başbakan İnönü neredeyse bir Türk-Yunan savaşını başlatmaya niyetli olan kimi askerleri ve sivilleri dizginlemeyi başarabilmiştir. Bu bağlamda mecbur kalınmadıkça askeri müdahaleden imtina edilmiştir.

Türkiye istemlerini 13 Mart 1964 tarihinde Makarios’a verilen notada açıkça belirtmiştir. Buna göre Türkiye;

  • Kıbrıs Türk toplumuna yönelik şiddet eylemlerinin ve saldırıların bir an önce sona erdirilmesini,
  • Kıbrıs’ın her yerinde derhal ateşkes ortamının sağlanmasını, halihazırdaki ateşkes anlaşmalarına bağlı kalınmasını ve Lefkoşa’daki Yeşil Hat Anlaşması’na uyulmasını istemiştir.
  • Türk toplumuna uygulanan ablukaların kaldırılması, Türk toplumuna haberleşme ve ulaşım özgürlüğünün geri verilmesi ve Türk rehinelerin ve bunlardan öldürülenlerin naaşlarının en kısa zaman içinde geri verilmesini,
  • Adadaki Türk-Rum toplumu arasında öngörülen dengenin korunmasını, antlaşmalara aykırı olarak sokulan askeri güçlerin çıkarılmalarını istemiştir.

Kriz yönetim evresinde taraflar kriz yönetim stratejileri çerçevesinde krizi kendi çıkarlarına en uygun şekilde yönetmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin zorlayıcı diplomasi stratejisini uygulaması rasyonel bir tercih olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye bu startejiyi tercih ederken  ne topyekûn bir savaşa yol açabilecek sert tepki göstermek ne de baskılara karşı etkisiz kalmak istememiştir. Nitekim zorlayıcı diplomasi stratejisi tercih edilirken rakip üzerinde kararlı ve güçlü bir motivasyona sahip olunduğu hissi ve istemlerinin kabul edilmemesi halinde krizin tırmanacağına ilişkin bir korku duygusu oluşturmalıdır.

 Türkiye Makarios yönetiminin fiili durum ihlalini sona erdirmesi iin zorlayıcı diplomasinin türlerinden olan zımni ültimatomu ve baskıyı aşamalı olarak arttırma stratejilerini kullanmıştır. Zorlayıcı diplomasi stratejisi, karşı tarafı saldırgan ve kışkırtıcı tutumundan vazgeçirmek için onu zorlamak yerine ikna etmeye çalışmaktadır. Bundan dolayı zorlayıcı diplomasi stratejisi aslında kuvvet kullanma tehdidiyle desteklenen diplomatik bir stratejidir.

Türkiye açısından bakıldığında, krizi başlatan aktörün Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios olduğu görülmektedir. Krizin türü incelendiğinde ise, krizin taraflarına göre iki taraflı bir krizdir. Çünkü kriz Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında meydana gelmiştir. Krizin çıktığı coğrafyaya göre, bölgesel bir krizdir. Çünkü kriz Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanmıştır. Kriz-zaman ilişkisine göre, gelişen bir krizdir. Çünkü krizin tarihsel bir süreç içinde ortaya çıktığı görülmektedir. Krizi çıkaran tarafın niyetine göre, tasarlanmış bir krizdir. Çünkü Rum liderler, Kıbrıs Türk toplumunu saldırılarla yok etmeyi krizden önce planlamıştır. Krize neden olan olayın niteliğine göre, siyasi ve insani bir krizdir. Çünkü kriz sırasında yaşanan gelişmeler Türk-Yunan dengesini ilgilendirmekte ve de sivillere yönelik şiddet uygulanmaktadır.

Krizin sonucuna göre ise, sorunu çözmeyen ama değişime neden olan bir krizdir. Çünkü 1963-1964 Kıbrıs krizi sonunda Kıbrıs sorunu çözülmemiş ve değişime uğrayarak yeni bir görünüm almıştır. Krizi başlatan eylemin türü ise, Makarios yönetiminin ve Rumların Kıbrıs Türk toplumuna yönelik uyguladıkları şiddet eylemleridir. Makarios ve Rumlar bu şiddet eylemleri ile Kıbrıs Türk toplumunu ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Türkiye açısından tehdidin ciddiyetine bakıldığında ise, siyasi bir tehdit ile karşı karşıya olunduğu görülmektedir. Çünkü Kıbrıs’ın statüsünün ve Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğinin sağlanması Türkiye için önemli değerler olarak kabul edilmiştir.

1963-1964 Kıbrıs krizi sonuçları açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin krize ilişkin istemlerinin büyük ölçüde karşılandığı görülmektedir. Kriz sonucunun şekline bakıldığında ise, kriz sonrasında taraflar arasında krizi sona erdirecek sözsel ve eylemsel bir uzlaşı sağlanmış, fakat bu uzlaşı metinsel bir niteliğe kavuşturulamamıştır. Diğer yandan her ne kadar krize yol açan olaylar sırasında Türkiye’nin istemleri karşılanmış olsa da aslında kriz sonrasında Kıbrıs’ta üç garantör ülkenin oluşturmuş olduğu statü bozulmuş, deyim yerindeyse kriz sonrasında Kıbrıs konusu yeniden ve daha da derinleşen bir “sorun” niteliğine dönüşmüştür. Dolayısıyla çözüldüğü varsayılan Kıbrıs konusu yeniden sorun niteliğine dönüşürken taraflar daha da karmaşık bir ilişkiye sürüklenmiş ve kriz bu boyutuyla sorun yaratan kriz olarak görülmüştür.

ABD, Kıbrıs meselesini Türk-Yunan ilişkileri ve NATO ittifakı açısından değerlendirmiştir. O dönem için ABD’yi endişelendiren konulardan biri de Kıbrıs meselesinin Türkiye ve Yunanistan’da Amerika aleyhine tepkiler uyandıracak gelişmelere yol açması olmuştur.Süpergüç olan ABD ni  nüfuzuna bir tehdit olamamkla birlikte ABD için tehdit niteliği taşımaktadır. Türkiyenintekisi, siyasi, sözlü, şiddet içeren sözlü tepkiler olmuştur. Tehdidin ciddiyeti, siyasi, saygınlık ve hak kaybına yol açabilecek, niteliktedir.Türkiye ABD’nin NATO’nun BM’nin sürece dahil olması için kimi önerieleri olumsuzluklarına rağmen kabul ederek diplomatik müzakerelere hzır olduğunu göstermiştir. Ancak girişimlerini sounuç vermemiş müdahalede yalnızlaştırılmıştır.ABD, 1963-1964 Kıbrıs Krizi sırasında politikasını Makarios’un SSCB etkisi altına girmemesi ve Doğu Bloğu’na kaymaması noktasında belirlemiş ve tarafsız bir politika izlemeye çalışmıştır. İngiltere ise, meseleye Ada’daki üsleri açısından yaklaşmıştır. Bu nedenle İngiltere Ada’daki düzeni bozabilecek, istikrarsızlık meydana getirecek ve özellikle SSCB’nin müdahalesine imkan sağlayabilecek gelişmelerden çekinmiştir.[2]

Kriz esnasında Türk karar vericileri açısından birincil öncelik, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğinin sağlanması olmuştur.Kriz sıarasında baskın siyasi askeri çatışma vardır. ABD ve SSCB Ekim Füzeleri bunalımından sonra nükleer silahların yayılmasını önlemek için Moskova’da 1963’te “Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşması”nı imzalamışlardır.

Karar alma birminin yapısı;Kurumsaldır (Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Devrim Komuta Konseyi, Genel Kurmay Başkanlığı.Aktörler arası iletişim bürokratlar, dışişleri bakanları, hükümet başkanları, diplomatik temsilciler düzeyinde yürütülmüştür. Askeri müdahalenin gerekliliğ konusunda kamuoyu hazırlanması sağlanarak ulusal destek alınmıştır. 15 Ocak 1964’te Londra Konferansı toplanmış, fakat konferanstan herhangi bir sonuç alınamamıştır. Londra Konferansı’nın sonuç alınamadan dağılması sonrasında Rumların saldırılarının devam etmesi üzerine Kıbrıs’ta Türk toplumuna yönelik şiddetin artması ve gerginliğin tırmanması karşısında Türkiye, diplomatik girişimlerin yanında bir takım askeri önlemler de alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu çerçevede Türk Hükümeti, 16 Mart 1964 gün ve 93 sayılı TBMM kararı (Kıbrıs’a Askeri Müdahale Kararı) ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden TSK’nin (Türk Silahlı Kuvvetleri) yurt dışına gönderilmesi konusunda gerekli izni almıştır.[3]Bunun üzerine Makarios gerginliği daha da tırmandırarak 4 Nisan’da İttifak Antlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini açıklamıştır.Türkiye, 28 Mayıs 1964 tarihinde Makarios’a nota vererek bu girişimlerden vazgeçmesini istemiştir. Makarios’un Türkiye’nin notasını dikkate almaması üzerine Türkiye, 2 Haziran’da Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma kararı almış, fakat bu karar ABD’nin engellemesi neticesinde hayata geçirilememiştir.Ancak görüşmeler devam ederken Rumlar, 6 Ağustos’ta Erenköy’e saldırmış ve taraflar arasındaki gerginlik seviyesi kriz yönetim sürecinde gelinen en kritik noktaya yaklaşmıştır. Bunun üzerine Türkiye önce savaş uçakları ile ihtar uçuşu yapmış, fakat ihtar uçuşlarından bir sonuç alınamaması üzerine 8-9 Ağustos 1964 tarihleri arasında Rum askeri hedeflerini savaş uçakları ile bombalamıştır. Rum askeri hedeflerinin bombalanması süreci kriz yönetiminde gelinen en kritik noktayı teşkil etmiştir. Bu aşamada Makarios yönetiminin iki seçeneğinin olduğu görülmektedir. Birincisi, krizi daha da tırmandırmak suretiyle Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmasının önünü açmak, İkincisi ise, gerginliği azaltarak krizin yatışmasını sağlamaktır. Makarios yönetimi ikinci seçeneği tercih ederek gerginliği azaltmış ve taraflar arasında ateşkes sağlanmıştır. Ateşkes koşullarının sağlanmasından sonra ise kriz yönetim süreci sona ermiş ve kriz sonrası evreye geçilmiştir. Fakat taraflar arasındaki gerginlik ve ilişki seviyesi kriz öncesi evredeki duruma dönmemiş, gerginlik devam etmiştir.      

Fakat Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahale kararı 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Johnson tarafından gönderilen mektupla engellenmiş[4] ve sonrasında da yeni bir müzakere sürecine girilmiştir.22-23 Haziran’da İnönü, ABD’ye giderek konu ile ilgili görüşmelerde bulunmuş ve 9 Temmuz’da Cenevre’de Dean Acheson taraflar arasında arabuluculuk girişimlerine başlamıştır.

Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün Rumlar tarafından yapılan saldırıları önleyememesi üzerine Türk jetleri 7 Ağustos’ta Ada üzerinde ihtar uçuşu yapmıştır.[5] Fakat buna rağmen Grivas komutasındaki Rumlar Erenköy ablukasını kaldırmamış ve çatışmalar devam etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, 8-9 Ağustos’ta Rum mevzilerini bombalamıştır.[6] Türk jetlerinin müdahalesi sonucunda 33 Kıbrıslı Rum ölmüştür. Görüldüğü gibi, Türkiye kriz sırasında sınırlı ve ibret verici bir güç kullanımında bulunmuştur.Makarios, Kıbrıs Türk toplumuna yönelik baskılarını giderek arttırmış ve Türk toplumuna karşı ambargo ve abluka uygulamaya başlamıştır. Makarios, 17 Temmuz 1964 tarihinde aldığı kararla yirmi beş kalem malı[7] stratejik madde olarak ilan ederek bu malların İçişleri Bakanlığının izni olmaksızın Kıbrıslı Türklere satılmasını ve Kıbrıslı Türkler tarafından satın alınmasını yasaklamıştır.

Türkiye tarafından düzenlenen hava harekâtlarının hemen ardından ABD ve SSCB, Türkiye nezdinde girişimde bulunarak bombardımana son verilmesini istemiştir. Bombardımanın olduğu 8-9 Ağustos tarihlerinde gelişmeler BM Güvenlik Konseyinde ele alınmış ve BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs’ta ateşkesin sağlanmasını istemiştir. Makarios’un BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısına uyarak ablukayı kaldıracağını ilan etmesi üzerine Türkiye de 10 Ağustos’ta ateşkesi kabul ettiğini açıklamıştır. Böylelikle Kıbrıs’ta sıcak bir savaşın eşiğinden dönülmüş ve kriz sona ermiştir. Bundan sonra Kıbrıs’ta çatışmaların yerini Rumların Türk toplumuna karşı uygulamaya koydukları ekonomik ablukalar almıştır.[8] Kriz sonrası evrede, Kıbrıs Türk toplumuna yönelik şiddet eylemleri ve saldırılar sona ermiştir. Bununla birlikte Ada genelinde dağınık halde yaşayan Türkler kendilerini daha güvende hissedecekleri bölgelere göç etmeye başlamıştır.

Grivas komutasındaki Rumların, 6 Ağustos’ta Erenköy’ü limana bağlayan yolu denetim altına almak için yaptıkları saldırıya, Kıbrıslı Türklerin kurduğu ve 1 Ağustos 1958 tarihinde mücahit teşkilatına dönüşmüş olan TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) üyeleri ateşle karşılık vermiş ve şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Erenköy’e kadar çekilmek zorunda kalan Kıbrıslı Türkler, Rumlar tarafından ablukaya alınmış ve yaşamlarından ciddi olarak endişe edilmeye başlanmıştır. Erenköy’e sıkışan Kıbrıslı Türklerin tek kurtuluş yolu Türkiye’nin havadan yapacağı askeri müdahale olarak görülüyordu. Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün Rumlar tarafından yapılan saldırıları önleyememesi üzerine Türk jetleri 7 Ağustos’ta Ada üzerinde ihtar uçuşu yapmıştır.[9] Fakat buna rağmen Grivas komutasındaki Rumlar Erenköy ablukasını kaldırmamış ve çatışmalar devam etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, 8-9 Ağustos’ta Rum mevzilerini bombalamıştır.[10] Türk jetlerinin müdahalesi sonucunda 33 Kıbrıslı Rum ölmüştür. Görüldüğü gibi, Türkiye kriz sırasında sınırlı ve ibret verici bir güç kullanımında bulunmuştur.

kriz öncesi evrede Türkiye’deki siyasi karar vericiler bir krizin çıkabileceğine dair belirtileri görmüş ve bu amaçla Makarios yönetimine gerekli uyarıları yapmak üzere Ankara’ya davet etmiştir. Bu çerçevede Makarios, 22-26 Kasım 1962 tarihleri arasında Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmuş ve bu ziyaret sırasında Türkiye’deki siyasi karar vericiler Kıbrıs’ta çıkması muhtemel bir krizin önlenmesi için Makarios’a gerekli uyarıları yapmıştır. Fakat Makarios, Türkiye tarafından yapılan bu uyarıları dikkate almamış ve 30 Kasım 1963 tarihinde Türkiye, İngiltere, Yunanistan ve Kıbrıs Türk toplumuna muhtıra vererek Kıbrıs Anayasası’nda değişiklik yapılmasını istemiştir. Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın Kıbrıs’ta kurduğu düzeni değiştirmeyi öngören bu muhtırayı kabul edilebilir bulmayarak 6 Aralık 1963 tarihinde reddetmiştir. Böylelikle taraflar arasındaki gerginlik seviyesi artmaya başlamıştır. Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki gerginlik seviyesinin artmasına rağmen, Makarios amacından vazgeçmemiş ve amacını gerçekleştirme doğrultusunda 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk toplumuna yönelik saldırıları ve şiddet eylemlerini başlatmıştır. Bu gelişmeler taraflar arasındaki gerginliğin daha da artmasına neden olurken, bu aşamadan sonra Türkiye kriz yönetim süreci içine girmiştir. Kıbrıs Türk toplumuna yönelik şiddet eylemlerinin artması ve yayılması üzerine Türkiye, 25 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs üzerinde savaş uçaklarına ihtar uçuşu yaptırmıştır. Yapılan diplomatik girişimler neticesinde 15 Ocak 1964’te Londra Konferansı toplanmış, fakat konferanstan herhangi bir sonuç alınamamıştır. Londra Konferansı’nın sonuç alınamadan dağılması sonrasında Rumların saldırılarının devam etmesi üzerine Türkiye, 13 Mart 1964’te Makarios’a nota vermiş ve 16 Mart’ta da  Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmak için TBMM’den yetki almıştır. Bunun üzerine Makarios gerginliği daha da tırmandırarak 4 Nisan’da İttifak Antlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini açıklamıştır. Nisan ve mayıs aylarında Kıbrıs Türklerine yönelik saldırılar artmış ve Rumların silah satın alma ve mecburi askerlik sistemini getirme girişimleri üzerine Türkiye, 28 Mayıs 1964 tarihinde Makarios’a nota vererek bu girişimlerden vazgeçmesini istemiştir. Makarios’un Türkiye’nin notasını dikkate almaması üzerine Türkiye, 2 Haziran’da Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma kararı almış, fakat bu karar ABD’nin engellemesi neticesinde hayata geçirilememiştir. 22-23 Haziran’da İnönü, ABD’ye giderek konu ile ilgili görüşmelerde bulunmuş ve 9 Temmuz’da Cenevre’de Dean Acheson taraflar arasında arabuluculuk girişimlerine başlamıştır. Ancak görüşmeler devam ederken Rumlar, 6 Ağustos’ta Erenköy’e saldırmış ve taraflar arasındaki gerginlik seviyesi kriz yönetim sürecinde gelinen en kritik noktaya yaklaşmıştır. Bunun üzerine Türkiye önce savaş uçakları ile ihtar uçuşu yapmış, fakat ihtar uçuşlarından bir sonuç alınamaması üzerine 8-9 Ağustos 1964 tarihleriarasında Rum askeri hedeflerini savaş uçakları ile bombalamıştır. Rum askeri hedeflerinin bombalanması süreci kriz yönetiminde gelinen en kritik noktayı teşkil etmiştir. Bu aşamada Makarios yönetiminin iki seçeneğinin olduğu görülmektedir. Birincisi, krizi daha da tırmandırmak suretiyle Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmasının önünü açmak, İkincisi ise, gerginliği azaltarak krizin yatışmasını sağlamaktır. Makarios yönetimi ikinci seçeneği tercih ederek gerginliği azaltmış ve taraflar arasında ateşkes sağlanmıştır. Ateşkes koşullarının sağlanmasından sonra ise kriz yönetim süreci sona ermiş ve kriz sonrası evreye geçilmiştir. Fakat taraflar arasındaki gerginlik ve ilişki seviyesi kriz öncesi evredeki duruma dönmemiş, gerginlik devam etmiştir.       

Krizi sonrasında taraflar arasında krizi sona erdirecek sözsel ve eylemsel bir uzlaşı sağlanmış, fakat bu uzlaşı metinsel bir niteliğe kavuşturulamamıştır. Diğer yandan her ne kadar krize yol açan olaylar sırasında Türkiye’nin istemleri karşılanmış olsa da aslında kriz sonrasında Kıbrıs’ta üç garantör ülkenin oluşturmuş olduğu statü bozulmuş, deyim yerindeyse kriz sonrasında Kıbrıs konusu yeniden ve daha da derinleşen bir “sorun” niteliğine dönüşmüştür. Dolayısıyla çözüldüğü varsayılan Kıbrıs konusu yeniden sorun niteliğine dönüşürken taraflar daha da karmaşık bir ilişkiye sürüklenmiş ve kriz bu boyutuyla sorun yaratan kriz olarak görülmüştür. Türkiye açısından bakıldığında ise, kriz sonrasında ortaya çıkan durum kabul edilebilir bir statü ve/ya statüko olarak görülmemiştir. 

1963-1964 Kıbrıs krizi sırasında Türkiye krizin yönetimi ve çözümü sürecinde zorlayıcı diplomasi stratejisinden yararlanmıştır. Çünkü Türkiye’nin kriz sırasındaki asıl amacı askeri güç kullanımı ve topyekûn bir savaşa yol açabilecek nitelikte sert bir tepki göstermek olmamıştır. Temel amaç, kurucu antlaşmaların tek yanlı eylem ve kararlar ile değiştirilemeyeceğini Rum tarafına kabul ettirmek ve kurucu antlaşmaların Kıbrıs Türk toplumuna vermiş olduğu hakların güvence altına alınması ve korunması olmuştur. Bu bağlamda Türkiye kriz sırasında meselenin sadece diplomatik yollardan halledilemeyeceğini değerlendirmiş ve kendini askeri seçenekleri de göz önünde bulunduran bir yaklaşım sergilemek zorunluluğu içinde hissetmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’deki karar vericiler kendileri için en uygun ve rasyonel kriz yönetim stratejisinin zorlayıcı diplomasi stratejisi olduğuna karar vermiştir


 


[1] Akritas Planı hakkında daha detaylı bilgi için bkz.; Necati Münir Ertegün, In Search of a Negotiated Cyprus Settlement, Lefkoşa: Ulus Matbaacılık,  1981.

[2] “İnsani Açıdan”, Milliyet, 7 Şubat 1964, s. 1.

[3] TBMM, hükümete gerektiği takdirde Londra ve Zürih Antlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı hakkı kullanarak Kıbrıs’a Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesi konusunda tam yetki vermiştir. Yapılan gizli oturum sonunda hazır bulunan 491 Milletvekili ve Senatörden 487’si olumlu oy kullanmış, dört kişi ise çekimser kalmıştır. “Meclis, Kıbrıs için Hükümete Tam Yetki Verdi”, Milliyet, 17 Mart 1964, s. 1.

[4] 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderilen mesaj “Johnson Mektubu” olarak bilinmektedir. Johnson Mektubu, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalede bulunmasını önlemek amacıyla gönderilmiştir.

[5] “Bakanlar Kurulu Açıklaması”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 1964.

[6] Hükümet konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs anayasasını ve garanti anlaşmalarını hiçe sayarak Türklere karşı silahlı saldırılara devam etmesi, BM’in çağrılarını da umursamayarak Ada’yı silah deposuna çevirmesi ve de alakalı bütün girişimler sonuç vermeyince Türk hükümeti harekâta başlamıştır” denmiştir. “Bombardımana Başladık, Donanma Kıbrıs Yolunda”, Hürriyet, 9 Ağustos 1964.

[7] Çivi, kereste, demir, çimento, radyo, telefon, telsiz, kamyon, traktör, otomobil parçaları, gıda ürünleri gibi maddelerin Türk bölgelerine girişi yasaklanmıştı. Pierce Oberling, Bellapais’e Giden Yol: Kıbrıs Türklerinin Kuzey Kıbrıs’a Göçü, Çev. Mehmet Erdoğan,  Ankara: Genelkurmay Basımevi,1987, s. 103.

[8] Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt I,  İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s. 729.

[9]“Bakanlar Kurulu Açıklaması”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 1964.

[10]Hükümet konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs anayasasını ve garanti anlaşmalarını hiçe sayarak Türklere karşı silahlı saldırılara devam etmesi, BM’in çağrılarını da umursamayarak Ada’yı silah deposuna çevirmesi ve de alakalı bütün girişimler sonuç vermeyince Türk hükümeti harekâta başlamıştır” denmiştir. “Bombardımana Başladık, Donanma Kıbrıs Yolunda”, Hürriyet, 9 Ağustos 1964.

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

 Fuat Aksu.“Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları”. Avrasya İncelemeleri Dergisi 13, sy. 2 (Eylül 2024): 89-122. https://doi.org/10.26650/jes.2024.1489520.   Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları*   Maritime...

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

Fuat Aksu.“Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları”. Avrasya İncelemeleri Dergisi 13, sy. 2 (Eylül 2024): 89-122.  Öz 1923’ten günümüze Türkiye’nin dış politika krizlerinden 14’ü doğrudan-dolaylı olarak Yunanistan’la yaşanmıştır. Krizler...

2010 Mavi Marmara Krizi

ÖZET  İstanbul Merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı) ile Gazze Şeridi’ne içerisinde 10 bin tonluk yardım malzemesi taşınması girişimi, filoya 31 Mayıs 2010’da İsrail tarafından askeri operasyon düzenlenmesi ve yaşanan ölçüsüz...

Deniz – Denizcilik Düzenlemeleri

Dizin: (92 kayıt) 1929 Senesinde Londra'da Mün'akit "Deniz Hayat Selameti" Konferansında Bazı Maddeleri Tadil Edilen Beynelmilel Deniz'de Meni Müsademe Nizamnamesini Tadilen Teklif Olunan Merbut "Deniz'de Meni Müsademe" Nizamnamesinin Meriyete Vazı (Londra,...

TDP Krizleri Anasayfaları

TÜRK DIŞ POLİTİKASI KRİZLERİ Türk Dış Politikası Krizleri Ana Sayfa Erişimi...   Menüden krizlere ilişkin anasayfalara erişebilirsiniz. Aşağıdaki tabloda Projemizin tesliminden sonra gerçekleşen dış politika krizlerinin de eklenmiş olduğu güncel (Ağustos 2023)...

Ana Sayfa 1926 Musul Krizi

1924 MUSUL KRİZİ İmparatorluklar çağını sona erdiren Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde bir güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere baskın aktörlerden biri olarak sistemin yönlendiricisi durumdadır. Avrupa’da Alman...

Ana Sayfa-1926-1927 Bozkurt-Lotus Krizi

LOTUS-BOZKURT DAVASI (2 Ağustos 1926 - 7 Eylül 1927) ÖZET Midilli açıklarında çarpışan Bozkurt adlı Türk gemisi ile Lotus adlı Fransız gemisinin yol açmış olduğu krizdir. Çarpma sonucunda Bozkurt gemisi batmış ve 8 Türk gemici ölmüştür. Fransız gemisi Lotus...

Ana Sayfa- 1930 Küçük Ağrı Krizi

1929-1930 KÜÇÜK AĞRI KRİZİ Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere ve Fransa sistemin yönlendiricisi durumdadır. Almanya Versay Antlaşması nedeniyle zayıflatılmış, ABD izolasyonist bir dış...

Anasayfa-1935 Bulgaristan Krizi

1935 BULGARİSTAN KRİZİ İki savaş arası olan bu dönemde statükocu- revizyonist-ülkeler rekabet halindedir. 1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkeleri olan İngiltere ve Fransa uluslararası sistemde statükonun devamından yanayken yenilen ve ağır şartlar dayatılan Almanya,...

Ana Sayfa – 1936 Hatay Krizi

Ana Sayfa - 1936 Hatay Krizi