1987 KITA SAHANLIĞI KRİZİ-II

ÖZET

1987 Kıta sahanlığı krizine neden olan olaylar aslında Ege Denizi’nde yaşanan benzer tırmanma olan 1976 kıta sahanlığı krizinin devamı niteliğindedir. 11 Kasım 1976 tarihinde yayınlanan Bern Deklarasyonu ile o kriz dondurulmuş ve taraflar kıta sahanlığının sınırlandırılmasıyla ilgili görüşmeler sonuçlandırıncaya kadar karşılıklı olarak tırmandırıcı eylemlerden kaçınmayı ve tek taraflı deklarasyonlarda bulunmamayı kararlaştırmışlardı.

Yıllar içinde tırmanarak 1987 Şubat ayından itibaren iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren olayların başlangıç noktasını Yunan tarafının Bern Anlaşmasını tanımadığını ve Kuzey Ege’de petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklaması olmuştur. Bu açıklamalara ilave olarak, uluslararası şirketler konsorsiyumunun Taşoz adasının 10 mil açığında bir petrol rezervi bulduğunu ve 28 Mart’ta petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklaması ve buna paralel olarak da Yunan Hükümeti’nin şirketi devletleştirmek için parlamentoya yasa önerisi sunması tırmanmayı hızlandırmıştır.

Yunanistan’ın Bern Anlaşmasını ihlal etmesi karşısında, 26 Mart günü Türkiye de Ege’de ihtilaflı sularda petrol araması kararı almış ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’na petrol arama izni verdi. 27 Mart günü Hükümet sözcüsü, Ege’de uluslararası sularda petrol arama kararı alındığını açıkladı ve MTA Sismik-I Çanakkale’ye demirletildi. Bu açıklamalarla biraz daha tırmanan krizde tansiyon aynı akşam başbakan Özal’ın BBC’ye açıklama yaparak, Yunanistan ihtilaflı sulara çıkmadığı sürece MTA Sismik-I’in de Türk karasularında kalacağını belirtmesiyle biraz olsun azaldı.Ancak krizin zirve yaptığı 27-28 Mart günlerinde her iki taraf silahlı kuvvetleri de alarm durumunda bulunmuştu.

28 Mart günü 05.00’da MTA Sismik-I Çanakkale Limanı’ndan ayrılarak Türk karasularında seyrederken, eş zamanlı olarak Türk uçakların Ege’de gözetim uçuşlarına başladı.

Krizin kontrol altına alınarak sonlandırılmasında ABD Büyükelçisi ve NATO Genel Sekreterinin diplomatik girişimleri ve Başbakan Özal’ın açıklamaları rol oynamıştır. Yunan tarafının tartışmalı sularda petrol aramaktan vazgeçtiğini diplomatik yollardan Türkiye’ye bildirmesi ve Taşoz Adası doğusunda petrol çıkarmaya başlayacağına ilişkin planlarını askıya aldığını açıklaması yumuşamanın devamını sağlamıştır.

1987 AEGEAN SEA CONTINENTAL SHELF CRISIS-II

ABSTRACT

Incidents that gave rise to 1987 crisis actually are continuation of similar escalation experienced during the 1976 continental shelf crisis. That crisis was frozen by Bern Agreement on 11 November 1976. According to the agreement both parties accepted to refrain from any escalating activities and unilateral declarations until the delimitation of continental shelf issue was resolved. However the beginning of the events which escalated rapidly and brought the two countries to brink of war around February-March 1987 sourced from Greek side’s declaration stating that Greece no more recognised the Bern Agreement and would start exploring and drilling operations in northern Aegean. In addition to this, declaration of the international oil company working in the vicinity of Thasos stating that they would start drilling for the oil reserve they found 10 miles east off the island on 28 March 1987 speeded up the escalation. Greek government’ proposing a bill to the parliament aiming to nationalise the oil company further escalated the situation.    

In response to the Greek violation of Bern Agreement, on 26 March Turkish government decided to conduct oil explorations in the disputed areas of the Aegean Sea and granted Turkish Oil Company (TPAO) new concessions. On 27 March government spokesperson declared the decision and Turkish survey ship MTA Sismik-I  anchored in Çanakkale. The same day late evening, Turkish Prime Minister Özal made a statement to BBC-2 television emphasising that if Greece would not enter the disputed waters so would not MTA Sismik-I. This statement helped to lower the already high tension between the parties. However the armed forces of both sides sustained their high alert status as the crisis was at its peak on 27-28 March.

On 28 March at 05.00 MTA Sismik-I left Çanakkale to sail in Turkish territorial waters in Aegean under Turkish fighters’ surveillance. 

Third party involvement helped the crisis to deescalate. Diplomatic attempts of American Ambassador and Secretary General of NATO together with Prime Minister Özal’s statements played a great role in the termination of crisis status.  Greece informed Turkey first through third parties then through diplomatic channels that Greece suspended her plan on exploring and drilling in the disputed waters which led the relations to ease off and continue.


1987 KITA SAHANLIĞI KRİZİ

Genel

Türkiye ve Yunanistan’ın ilişkilerinde, Ege Denizi’ne yönelik yapılan her türlü tek taraflı girişim yeni bir krize neden olmuştur. 1987 Kıta sahanlığı krizine[1] neden olan olaylar aslında Ege Denizi’nde yaşanan benzer tırmanmanın bir devamı niteliğindedir. Konu ilk kez Türkiye’nin 1973 yılında Ege’de Türk Karasuları dışında ve kıta sahanlığında bulunan alanlarda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) petrol arama ruhsatı vermesiyle gündeme gelmiştir. Uyuşmazlık düzeyinde başlayan olaylar gelişerek, Türk araştırma gemisi MTA Sismik-I’ in 6 Ağustos1976 tarihinde Ege’de araştırmaya başlaması sonrasında, kısa sürede tırmanmış ve iki ülke arasında bir krize neden olmuştur. Bu durum karşısında Yunanistan bir yandan Türkiye’yi protesto etmiş bir yandan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’na başvuruda bulunarak Türkiye’yi şikâyet etmiştir. Tırmanmaya koşut olarak her iki ülkenin de silahlı kuvvetlerini alarma geçirmesi ulusal kamuoylarında olası bir Türk-Yunan savaşı endişesi yaratmıştır. BM Güvenlik Konseyi, Türkiye ve Yunanistan’ı aralarındaki uyuşmazlığı BM ilkelerine uygun yöntemleri dikkate alarak, doğrudan görüşmelerle çözümlendirmeleri tavsiyesinde bulunmuş, iki ülke arasındaki görüşmeler süreci kolaylaştırmak amacıyla, mevcut gerginliğin azaltılması yönünde tarafların ellerinden gelen bütün çabayı göstermesini istemiştir. UAD araştırma işlemlerinin tarafların haiz olmadıkları hakların doğumuna veya haiz oldukları hakların yitimine yol açmayacağını belirttikten sonra dava konusu olan haklara giderilmesi imkânsız bir zararın verilmesi tehlikesinin bulunmadığına karar vermiştir. Ekim 1976’da New York’ta bir araya gelen iki ülke dışişleri bakanları Kasım ayında Bern’de toplantı yapılmasına karar vermişlerdir. 2-10 Kasım 1976 da yapılan Bern görüşmeleri sonrasında ortaklaşa yayınlanan Bern Deklarasyonu ile taraflar kıta sahanlığının sınırlandırılmasıyla ilgili görüşmeler sonuçlandırıncaya kadar karşılıklı olarak tırmandırıcı eylemlerden kaçınmayı ve tek taraflı deklarasyonlarda bulunmamayı kararlaştırmışladır.

1987 yılına gelindiğinde, aradan geçen 11 yıl boyunca kıta sahanlığı konusunda karşılıklı görüşme yapılmamıştı ve  Bern Deklarasyonu ile oluşturulan statü korunmaktaydı.

Krize neden olan tırmanmanın son evresinin yaşandığı 1987 yılı Mart ayı öncesinde yaşanan gelişmeler, özet olarak tarihsel akışıyla aşağıdaki tabloda verilmiştir.

OLAYLAR/ GELİŞMELER[2] DÖNEM NOTLAR
Türkiye tarafından 73-74 yıllarında TPAO’ya 30 civarında petrol arama ruhsatı verilmiştir.[3] 1973  
  1974 Kıbrıs Krizi
Şubat 1974 – Ağustos 1976 1975 Mayıs 1975 Roma görüşmeleri
Çandarlı, MTA Sismik 1gemilerinin Ege’ye açılmaları. (21 adet nota teatisi.) 1976 * 13 Temmuz 1976 MTA Sismik1’in Ege’ye askeri koruma ile açılması, gerginliğin tırmanması.
     * 10 Ağustos 1976 Yunanistan’ın tek taraflı UAD’na başvurması
    * 11 Eylül 1976  UAD’nın geçici önlem alınmasına gerek olmadığı kararını açıklaması
    * 11 Kasım 1976 Bern Mutabakatı – Ege kıta sahanlığında taraflar karşılıklı olarak sismik araştırma ve petrol işletme faaliyetlerinden kaçınacaktır
  1978 19 Aralık 1978 UAD’nın Yunanistan’ın başvurusuna ilişkin olarak, Kıta sahanlığının belirlenmesi konusunda yetkisizlik kararı vermesi
Diyalog çabaları 1980  
* Yunanistan başbakanı Papandreu’nun 1976 Bern Mutabakatı hükümleriyle bağlı olmadıklarını açıklaması. Taşoz adasının 10 mil doğusunda petrol araştırması için hukuki süreci başlatması. 1985-86 Yunanistan Başbakanı Papandreu, 1985 yılı yaz başında yapılan seçileri kazandıktan sonra Ege sorunlarına ilişkin söylemlerinde tek taraflı yaklaşımlar sergilemeye başlamış, iyi bir ilişkinin ancak Türkiye’nin, Yunanistan’ın Ege’deki haklarını kabul etmesiyle mümkün olacağını söylemiştir. Ayrıca, Bern Deklarasyonun tek taraflı olarak sona erdireceğini dile getirmiştir.[4]

Yukarıda da belirtildiği üzere, 1987 yılında yaşanan kıta sahanlığı krizi, Ege Denizi’nde 1976 yılında yaşanan uyuşmazlığın devamı niteliğindedir. Zaman düzleminde aynı konunun benzer şekilde gündeme taşınması, gerginliğin süratle tırmanması ve nihayetinde başladığı noktaya gerilemesi yönleriyle tekrarlayan bir kriz niteliğindedir. Kriz, tetiklenmesi ve sonlandırılması dâhil toplam 29 gün sürmüştür. Kriz, Türkiye’de I. Özal hükümeti Yunanistan’da ise II. Papandreu hükümetlerinin görev yaptığı dönemde ortaya çıkmış ve sonlandırılmıştır.

Tırmanma-Kriz sürecinin analizi

Süreç analizinde; krizin yönetilmesinde rol alan karar alıcılar başta olmak üzere, uyuşmazlık ile başlayıp zaman içinde krize kadar tırmanan olayların karşılıklı hamleleri içerecek şekilde kronolojisi, krizin sonlandırılmasında etkin olan üçüncü taraf aktörler, krizin oluşturduğu tehdit algısı dahil değişik parametrelere göre sınıflandırılması, tarafların kriz yönetim stratejileri ve yöntemleri ve nihayetinde krizin sonlandırılmasıyla oluşan yeni durumun incelenmesi yapılacaktır.

Karar alıcılar

İlk kez 1976 yılında ortaya çıkan ve Bern Anlaşmasıyla donduran uyuşmazlığın tekrarı olan bu krizin ve kriz yönetim sürecinde yaşanan olayların ve karar alma süreçlerinin analizi yapıldığında, tarafların karar alıcıları kadar, müdahil olan üçüncü aktörlerin de önemli rol oynadıkları görülmektedir. 29 gün süren tırmanma ve kriz süresince Türkiye’de I. Özal hükümeti, Yunanistan’da ise II. Papandreu hükümetleri görev başındadır.

Burada Türkiye açısından karar almaya yönelik özel durumları belirtmek yerinde olacaktır. Birinci olarak, tüm tırmanma ve kriz süresince Başbakan Özal’ın karar sağlık sorunu nedeniyle yurt dışında bulunuyor olmasıdır. Özal, gelişmeler hakkında sürekli bilgilendirilmiş, krizin sonlandırılmasında temel rollerden birini oynayan BBC’ye yaptığı açıklama hariç,  kriz yönetimine doğrudan müdahil olmamış, gerekli tüm adımlar ve hazırlıklar vekâleten ülke içinden yönetilmiştir. İkinci husus Özal’ın 1987 Nisan ayı içinde AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmayı planlıyor olması ve olası Yunan vetosunu engellemeye çalışıyor olmasıdır. Bir diğer konu ise, Türkiye’de 1987 yılı Kasım ayı içinde genel seçimlerin yapılacak olması ve Özal’ın bu seçimlerde kamuoyu karşına güçlü bir şekilde çıkmayı hedefliyor olmasıdır. Dördüncü konu,  Karar mekanizması içinde başbakana vekalet eden Kaya Erdem’in TPAO’ya petrol ruhsatlarının verilmesinin kararlaştırıldığı toplantıya katıldıktan sonra krizin zirveye ulaştığı 27-28 Mart günlerinde Ankara dışında bulunmasıdır. Hazırlıklar ve krize ilişkin askeri kararlarda hükümet sözcüsü Hasan Celal Güzel Milli Güvenlik Kurulu ve askeri bürokrasi ile uyum içinde çalışarak krizi yönetmeye çalışmıştır. Kriz dönemine bakıldığında Türkiye’de karar mekanizmasında görev yapan siyasi sorumlular ile askeri ve sivil bürokrasi aşağıdaki gibidir:

Hükümet : Askeri –Sivil Bürokrasi

(Cumhurbaşkanı  : Kenan Evren)

Başbakan      : Turgut Özal

Hükümet Şekli: Çoğunluk

İktidar Partisi: Anavatan Partisi (ANAP)

Başlangıç      : 13 Aralık 1983

Bitiş              : 21 Aralık 1987

Başbakan Yardımcısı: Kaya Erdem

Dışişleri Bakanı: Vahit M. Halefoğlu

Savunma Bakanı : Zeki Yavuztürk

Hükümet Sözcüsü:   Hasan Celal Güzel

Genkur Bşk.: M. Necdet Üruğ

Kara Kuvvetleri Komutanı: Necdet Öztorun

Deniz Kuvvetleri Komutanı: Emin Göksan

Hava Kuvvetleri Komutanı: Cemil Çuha

DIB müsteşarı: Nuzhet Kandemir

Atina Büyükelçisi: Nazmi Akıman

Kriz, konuya ilişkin uyuşmazlığın ilk kez ortaya çıkmasından ve 1976 Bern Anlaşmasıyla dondurulmasından 11 yıl sonra tekrar ve daha kritik bir boyutta gündeme gelmiştir. Türkiye’de Bern Anlaşması döneminden sonra üç farklı hükümet görev yapmış, bir askeri darbe olmuş ve tekrar demokrasiye dönülmüştür. I.Özal hükümeti askeri yönetim sonrası 1983 yılında seçimi kazanarak yönetime gelen ilk hükümettir. 1987 krizine gelindiğinde, sürmekte olan siyasi yasaklar nedeniyle, 11 yıl önceki kilit siyasi karar alıcıların ne kendileri ne de partileri aktif olarak sürecin içinde değildiler. Bununla birlikte, bu kriz yönetim süreci içinde, karara esas oluşturan temel argümanların aynen 1976 krizindeki gibi devam ettirilmesi, devletin hafızası ve karar alma mekanizmasının işleyişinin tutarlılığını göstermek açısından önemlidir. Bu tutarlılığın başka bir göstergesi ise TPAO’ya petrol arama ruhsat bölgeleri ve bunların Ege Denizi’ndeki yayılmasıdır. Bu mukayese için TPAO’ya 1976 yılında verilen arama ruhsatları ile 1987 verilen ruhsatları karşılaştırmalı olarak gösteren haritalar Şekil-I’de  verilmiştir.[5]

Yunanistan tarafında ise Başbakan Papandreu 1985 yılındaki seçimler ardından ikinci bir dönem iktidardaydı. Bu dönemin başından itibaren Türkiye karşıtı bir politika izleyen II. Papandreu hükümetinde Dışişleri Bakanı olarak Karalos Papulyas, Savunma Bakanı olarak Yannis Haralambopulos görev yapmaktaydı. Kriz süresince Yunanistan dışişleri bakanlığı müsteşarı Yannis Kapsis, Ankara büyükelçisi ise Sotirios Konstantopoulas’dı. Kriz boyunca Yunan tarafının en etkin aktörü başbakan Andreas Papandreu oldu. Diplomatik çabalar dikkate alındığında ise Yunan dışişleri bakanlığı müsteşarı Kapsis ve Ankara Büyükelçisi Konstantopoulas iki taraf arasındaki iletişimi sağlayan isimler olmuştur.

Şekil-I

1974-76 ve 1987 yıllarında TPAO’ya verilen arama ruhsatları mukayesesi

Olayların kronolojisi ve karşılıklı hamlelerTürkiye karar alma mekanizmasının bu dönemdeki özel durumunu tespit etmek yerinde olacaktır. Öncelikle, başbakan Özal sürecin tümünde yurt dışındadır ve başbakanlığa Kaya Erdem vekâlet etmektedir. Başbakan vekili 26 Mart günü yapılan milli güvenlik kurulu toplantısına katıldıktan sonra başkentten İstanbul’a hareket etmiştir. Krizin tepe noktasında alınan kararlar ve yapılan açıklamalarda çoğunlukla devlet bakanı ve hükümet sözcüsü Hasan Celal Güzel rol almıştır. Diplomatik süreç açısından Dışişleri Bakanı Vahit M. Halefoğlu’da sürece etkin olarak katılan siyasetçi olmuştur. Nihai karar ve stratejiyi Yurtdışından Türkiye’ye dönmekte olan başbakan Özal, İngiltere’de bulunduğu sırada, 27 Mart gecesi BBC televizyonuna verdiği demeç ile şekillendirmiştir. Kriz sürecinin yönetimine ilişkin tüm çaba ve çalışmalar askeri ve sivil bürokrasinin uyumlu işbirliği ile desteklenmiştir. Askeri hareketliliği sağlamanın yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği kararlılık mesajı içeren bir basın toplantısı düzenleyerek, alınan siyasi kararları destekleyecek nitelikte açıklamalar yapmıştır.[6]  Türkiye Atina Büyükelçisi Nazmi Akıman sürecin en başından sonuna kadar diplomatik iletişimi sürdürmüş, taraflar arasında yapılan sözlü tepkilerin yanlış anlamalara neden olabilecek yorumlara neden olmasını engellemiştir. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nüzhet Kandemir, Anakara’da bulunan NATO ülkeleri büyükelçilerine toplantı düzenleyerek Türkiye’nin Ege’deki hakları ve kararlı tutumu hakkında bilgi vermiştir.[7] Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk yaptığı açıklamalarla bir yandan barışçıl çözümü çıkar yol olarak gösterirken öte yandan MTA Sismik-I’e yapılacak bir müdahaleye anında cevap verileceğini belirterek Türkiye’nin kararlılığını vurgulamıştı.[8] Özetle, Türkiye’de gerek siyasi karar alıcılar ve askeri-sivil bürokrasi, gerekse başbakan Özal sorunun çözümüne ve krizin sonlandırılmasına ilişkin dış politika davranışında tutarlı ve bütüncül bir yaklaşım göstermiştir.

Yunanistan tarafının Bern Deklarasyonu’nun geçersiz olduğu yönündeki açıklamaları tırmanma evresinin başlangıcını oluşturmuştur. Türkiye, öncelikle Yunan tarafının Bern Anlaşması karşınındaki tutumunu resmen açıklığa kavuşturmasını Atina Büyükelçiliği vasıtasıyla talep etmiştir. Bu girişime paralel olarak Türkiye’nin Ege’deki hak ve çıkarlarından vazgeçmesinin hiçbir zaman söz konusu olmayacağı, Türkiye’nin çıkarlarını korumak konusundaki kararlılığının Yunan hükümetince yeterince bilineceğinin ümit edildiği açıklanmıştır.[9] Kıta sahanlığı konusundaki sorunların başlangıcını 1973 yılına kadar götüren Yunanlı yazarlar da vardır. Bu görüşe göre modern Ege sorunlarını, Türkiye’nin 1973 yılından itibaren Yunan Adalarının Türk kıta sahanlığı üzerinde bulunduğu ve bu nedenle ayrı bir kıta sahanlığına sahip olmalarının mümkün olamayacağı fikrini savunması başlatmıştır. Yine bu görüşe göre, aynı yıl Taşoz Adasında petrol bulunmasıyla, Türkiye TPAO’na Ege’de Yunan adalarını çevreleyecek şekilde geniş alanlarda arama ruhsatları vermiştir.[10] Krize neden olan “petrol araştırmaları yapmak” veya “sondaja başlamak” eylemlerinin birbiriyle yakından ilişkili olması yanında,1987 krizi ile ilk defa gündeme gelmediği de bir gerçektir. Önemli olan, araştırma ya da sondaj izni vermeyi içeren bu eylemlerin, eyleme girişen taraf lehine bir hak doğurup doğurmadığı, bunun ötesinde, diğer tarafça kabul edilip edilmediğidir. Türkiye ile Yunanistan arasında çıkan gerginlik karşılıklı tepkiler ve açıklamalarla tırmanmış ve kriz seviyesine kadar yükselmiştir. Tırmanmaya ilişkin gelişmeler özet olarak şöyledir:[11]

 24 Şubat 1987: Yunanistan’ın petrol arama ruhsatı verdiği uluslararası şirketler konsorsiyumu Taşoz adasının 10 mil açığında bir petrol rezervi bulduğunu açıklaması ve 28 Mart’ta petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklaması.

27 Şubat 1987: Yunan Hükümeti’nin şirketi devletleştirmek için parlamentoya yasa sunması. Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Kapsis’in Türkiye Atina Büyükelçisi N. Akıman’la yaptığı görüşmede Bern Anlaşmasını tanımadıklarını ve Ege’de petrol araması yapabileceklerini bildirmesi.[12] Türkiye’nin Yunanistan’dan 1976 Bern Anlaşması’na uymasını istemesi ve Yunanistan’ın Bern’i tanımadığını açıklaması.

19 Mart 1987: Piri Reis Araştırma Gemisinin Kuzey Ege’de araştırmalara[13] başlaması Yunan savaş gemileri tarafından takibe alınması ve Yunan Jetleri tarafından taciz edilmesi. Yunanistan Ankara Büyükelçisi Konstantopulas’ın Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak, taciz hareketlerine son verilmesinin istenmesi.

25 Mart 1987: Milli Güvenlik Kurulunun, Cumhurbaşkanı Kenan Evren başkanlığında toplanarak Yunanistan’ın Bern Anlaşması’nı ihlal etmesi karşısında, Türkiye’nin de Ege’de ihtilaflı sularda petrol araması kararının alınması ve hükümete bu konuda tavsiyede bulunulması. Aynı gün Bakanlar Kurulu Başbakan Vekili Kaya Erdem başkanlığında toplanarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’na petrol arama izni verilmesini kararlaştırması.

26 Mart 1987: TPAO’na petrol arama izni verildiğine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazetede yayınlanması.[14] Aynı gün hükümet sözcüsü Hasan Celal Güzel’in bir basın toplantısı düzenleyerek, hükümetin Ege’de uluslararası[15] sularda petrol arama kararı aldığını açıklaması. MTA Sismik-I’in Çanakkale’ye demirlemesi

27 Mart 1987:

11.00Genelkurmay Genel Sekreterinin bir basın toplantısı düzenleyerek MTA Sismik-I’in 28 Mart günü sabah erken saatlerde Ege’nin uluslararası sularında bulunacağını, ona yapılacak bir müdahalenin savaş nedeni sayılacağını bildirmesi.[16]

17.00 Aynı gün Papandreu’nun Ege’nin kıta sahanlığının %95’inin Yunanistan’a ait olduğunu, Sismik-I’in bu sularda araştırma yapmasına engel olunacağını bildirmesi.

17.30 Akşam saatlerinde (Amerika saati ile sabah saatlerinde) Türkiye ve Yunanistan Washington büyükelçilerinin ABD Dışişleri Bakanlığı’na davet edilerek her iki tarafa da soğukkanlı davranmalarının ve gerginliği tırmandıracak hareketlerden kaçınmalarının tavsiye edilmesi. Türk tarafına ayrıca, Yunanistan’ın ihtilaflı sularda sondaj yapmayacağının bildirilmesi.

16.00 NATO Genel Sekreteri Lord Carrington’un Daimi Delegeler Komitesini toplantıya çağırması, iki ülke temsilcilerinin görüşlerini açıklaması. Toplantı  sonrasında bir bildiri yayınlayarak, tarafları derhal müzakereye çağırması ve tarafların istemesi durumunda üzerine düşeni yapacağını belirtmesi.

20.00 Londra’da bulunan Başbakan Turgut Özal’ın Yunanistan’ın ihtilaflı sulara açılmayacağı konusunda ABD ve Almanların Ankara’ya bilgi verdiğinin iletilmesi.

23.00 Başbakan Özal’ın BBC’ye yaptığı açıklamada, Yunanistan’ın ihtilaflı sulara çıkmadığı sürece MTA Sismik-I’in de Türk karasularında kalacağını açıklaması ve tansiyonun düşmeye başlaması.

28 Mart 1987:

02.30 ABD Ankara Büyükelçisi Robert Strautz Hupe’un Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nüzhet Kandemir ile görüşerek, Yunan Hükümeti’nin ihtilaflı sularda sondaja başlamayacağını bildirmesi. Ankara’ya soğukkanlı hareket etme çağrısı yapan Hupe’un, istenirse Lord Carrington’un da dostane girişimlerde bulunabileceğini bildirmesi.

05.00 MTA Sismik-I’in Çanakkale Limanı’ndan ayrılarak Türk karasularında seyretmeye başlaması, eş zamanlı olarak Türk uçaklarının Ege’de gözetim uçuşlarına başlaması.

11.00 ABD Büyükelçisi Robert Strausz Hupe ‘un Dışişleri Bakanı Halefoğlu’nu ziyareti, Halefoğlu’nun Yunanistan’ın Bern Anlaşmasının geçerli olduğunu teyit etmesini istemesi.

ABD Büyükelçisi ve NATO Genel Sekreterinin diplomatik girişimleri ve Başbakan Özal’ın açıklamalarıyla kriz kontrol altına alınmıştır. Yunanistan tarafının tartışmalı sularda petrol aramaktan vazgeçtiğini diplomatik yollardan Türkiye’ye bildirmesi ve Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin 28 Mart tarihine kadar Taşoz Adası doğusunda petrol çıkarmaya başlayacağına ilişkin planlarını askıya aldığını açıklaması yumuşamanın devamını sağlamıştır.[17] Böylelikle Ege’de bunalım atlatılmıştı ancak taraflar görüşlerini sürdürüyorlardı. Diyalog eksikliğinin giderilmesi konusunda yapılan baskılar sonucunda 6 Nisan tarihinde bir açıklama yapan Papanderu Özal’la bir zirve yapmaya hazır olduğunu bildirdi ancak hemen ardından kıta sahanlığı sorununda Uluslararası Adalet Divanına gitme konusunda anlaşmaya varılması koşulunu öne sürdü.  8 Nisanda verilen cevapta Türkiye’nin tutumunda da bir değişiklik olmadığı ortaya çıktı. Kıta sahanlığını çözmenin yolu divana gitmek değil, ikili görüşmeler yapmaktı.

Krizin sonrasında, bunalım sonrası bir diyalog sürecinin başlatmaya yönelik Türk –Yunan ilişkileri geleneksel kalıbı[18] yine işledi ve Kasım 1987’de seçimleri kazanan Özal’a bir kutlama mesajı gönderen Papandreu, Davos görüşmelerine giden süreçte gündemsiz görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. 

Krizin Özellikleri

1987 Kıta sahanlığı krizi, tırmanma evresinden itibaren Soğuk Savaş koşullarının devam ettiği iki kutuplu ortamda gelişmiştir. Uluslararası sisteme hâkim olan Soğuk Savaşa ilave olarak bölgesel çatışmalar da gündemi ve ilişkileri etkilemiştir. Türkiye’de başbakan Özal sağlık sorunları nedeniyle bir süredir yurt dışında bulunmaktaydı. Hükümet bir yandan AET’ye tam üyelik başvurusu yapmaya hazırlanırken öte yandan Kasım ayı içinde yapılacak genel seçimleri dikkate almak zorundaydı.

1987 Şubat ayından itibaren tırmanarak iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren olayların başlangıç noktası Yunan tarafının Bern Anlaşmasını tanımadığını ve Kuzey Ege’de petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklamasıdır. Bu anlamda çatışmanın ve dolayısıyla krizin tetikleyicisinin doğrudan Yunanistan olduğunu belirtmek mümkündür. 1976 yılında bir statüye bağlanarak dondurulan kıta sahanlığı sorunu, Yunanistan’ın tek taraflı aldığı bir kararla yeniden gündeme taşınmış ve tırmanarak yeni bir kriz doğmasına neden olmuştur. Bu yönüyle kendine ekonomik kazanımlar sağlamaya çalışan Yunanistan tarafından kurgulandığı söylenebilir. Zaten var olan uyuşmazlık içinde, çözüm getirilmemiş konuda tırmanmış olması açısından da uyuşmazlık içinde tekrarlayan, iki taraflı bir kriz olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim 1976 yılında çözüme bağlanmadan dondurulan kriz, 1987 yılında yine çözüme bağlanmadan sonlandırılmıştır, fakat uyuşmazlık halen devam etmektedir.

Kriz ihtilaflı alanlarda petrol aramayı ve sondaj yapmayı hedef alan faaliyetleri içermesi yönünden hem ekonomik, hem siyasi hem de münhasır egemenlik temelleri olan bir krizdir. Taraflardan birinin diğeriyle anlaşmadan veya onayını almadan uygulamalarını tek taraflı yürürlüğe koyması- sondaj yapması- diğer taraf için ekonomik olduğu kadar siyasi kayıpları da beraberinde getirebilecektir. Kriz tetikleyicisinin niteliğinin siyasi ve ekonomik olmasının yanı sıra, başlangıç noktasına bakıldığında, tetikleyici olayın aslında Yunanistan’ın var olan bir anlaşmayı ihlal etmesinden yani Bern Anlaşmasını tanımadığını açıklamasından kaynaklandığını görürüz. Bu açıklama üzerinden Yunanistan, kıta sahanlığına ilişkin statü belirsizliğinden, daha doğrusu, bu belirsizliği bir statüye bağlayan Bern Anlaşması hilafında fiili durum yaratarak faydalanmaya çalışmıştır.   

Yunanistan’da 1981 yılında iktidara gelen Papandreu Türkiye ile ilişkilerde diyaloga karşı çıkan bir karar alıcı profili çizmiş ve Türkiye ile ilişkileri geliştirme ve diyalog çağrılarına kimi önkoşullar sürerek engellemiştir.[19] 1985 seçimlerinden de galip çıkan Papandreu bu tutumunda bir değişikliğe gitmemiş aksine Türkiye’ye karşı daha dayatmacı denilebilecek bir dış politika izlemeye devam etmiştir. Daha 1985 yılında yaptığı konuşmalarda Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesini Yunanistan’ın Ege’deki hak iddialarının Türkiye tarafından kabulüne bağlayan açıklamalar yapmaktaydı.[20] Gerginlik bu yıllar içinde tırmanmış 1987 Mart ayında nabızlar iyice yükselerek 27 -28 Mart günlerinde kriz tepe noktasına ulaşmıştır. Bu açıdan 1987 kıta sahanlığı krizi ani ve beklenmedik olmaktan çok uzaktır. Bu kriz, süregelen uyuşmazlık içinde tekrarlanan ve zaman içinde gelişen bir kriz özelliği taşımaktadır.

Türkiye, tırmanmaya yol açan Yunanistan açıklamalarına ilk tepkisini hem diplomatik yollardan hem de medya üzerinden yapılan açıklamalarla sözlü, diplomatik ve siyasi olarak gerçekleştirmiştir. Karşılıklı açıklamalara ilave olarak, askeri hareketlilik ve kuvvet gösterisi ve hatta askeri taciz hareketleriyle tırmanan olaylar bir savaş olasılığının doğduğu kriz aşamasına kadar yükselmiştir.

Yunanistan’ın gerginliğin en başından itibaren, kriz yönetim stratejisi olarak oldu bitti (fait accompli) stratejisini benimsediği söylenebilir. Bu stratejisini fiili durum yaratarak gerginliği tırmandırma, (brinkmanship)  ve şiddet içermeyen askeri hamleleri de içeren kriz yönetim tekniği ile desteklemeye çalışmıştır. Nitekim Ege’de seyreden Türk araştırma gemisini savaş uçaklarıyla taciz etmiş ve bunu bir güç gösterisi olarak kullanmayı seçmiştir. Buna karşın Türkiye, savunmacı bir kriz yönetim stratejisi olan zorlayıcı diplomasiyi uygulamıştır. Bu kriz Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi Kıta sahanlığına ilişkin yaşanan ilk kriz değildir. Bu krizin diğerinden temel farkını, Yunanistan’ın petrol aramaya yönelik önceki söylemlerini bu kez eyleme dönüştüreceğini açıklaması oluşturmaktadır.  Önceki krizde tarafların sismik araştırma/petrol arama merkezli olarak verdikleri izinler karşılıklı hamleler olarak gelişmiş ancak “sondaj yapma” eylemine dönüşmemiştir. Kriz Yunanistan’ın Bern Anlaşmasının geçerliliğini yitirdiğini öne sürmesi ve kıta sahanlığı konusundaki görüşlerinde bir değişiklik olmadığı, kendi kıta sahanlığı üzerinde arama ve sondaj faaliyetlerine kendisinin karar vereceğini açıklamasıyla tırmanmaya başlamış ve 28 Mart günü bu söyleminden attığı geri adımla sona ermiştir. Türkiye krizin başlangıcından itibaren Yunanistan’ın uluslararası sularda giriştiği petrol arama ve sondaj faaliyetlerinden vazgeçmesi konusunda kararlı bir tavır sergilemiş, bunu gerek verdiği notalarda ve BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği mektupta, gerekse yaptığı açıklamalarda dile getirmiştir. Türkiye amacınıYunanistan’ın 1976 Bern Anlaşmasına uymasını sağlamak olarak belirlemiştir. Türkiye’nin amacının en net olarak belirtildiği anı ise, Başbakan Özal’ın BBC2 ve ABC televizyonlarına yaptığı açıklamalar oluşturmuştur. Yunanistan’ın tartışmalı sularda arama yapmaya niyetlendiği, bu durumda Türkiye’nin de uluslararası sularda araştırma yapacağı, Yunanistan’ın bu sularda Türk gemilerine yönelik hareketlerinin savaş nedeni olacağının açıklanması, aslında amacın Yunanistan’ın kendi karasuları dışında arama ve sondaj faaliyetlerinde bulunmaması, yani 1976 Bern Anlaşmasına uyulması isteminden başka bir şey değildir. Türkiye tarafından 26 Mart 1987 tarihinde TPOA’ya arama ruhsatlarının verilmesi sonrasında, Yunanistan’ın Türk petrol arama gemisinin araştırma yapmasının engelleneceği ve “sözle değil fiille” karşılık verileceği söylemi ile, Papandreu’nun 24 Mart 1987’deki “…egemenlik haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz, gerekirse bunun için savaşırız[21]  açıklamaları sonradan desteklenmemiş, Türk tarafının istemi kabul edilmiştir.

Türkiye, Yunanistan’ın tek taraflı girişimlerini ilan eden açıklamaları karşısında, adımlarını dikkatle atmayı seçmiş, uluslararası hukuk kuralları, anlaşmalar ve BM kararlarını esas alarak pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Buna paralel olarak petrol ruhsatlarını vermiş, araştırma gemilerinin Ege’ye açılacağını ve gemilerin Silahlı Kuvvetler tarafından korunacağını açıklarken aslında Yunan tarafına zımni bir ultimatom vermiştir. Böylelikle inandırıcılık ve kararlılığını en üst seviyede ifade ederken, Yunanistan’ın rasyonel düşünme ve karar vermesi konusunda kendi zaman sınırlamasıyla baş başa bırakmıştır. Ege kıta sahanlığı sorunu, karşılıklı görüşmelerle, iki tarafı da memnun eden bir sonuca henüz ulaştırılamamıştır. Bu nedenle, 1987 kıta sahanlığı krizi süresince Türkiye’nin yürüttüğü zorlayıcı diplomasinin başarısını ölçmek ancak krizi yönetmedeki başarı açısından mümkün olabilir.

Türkiye krizin belirmesini takip eden süreçte, zorlayıcı diplomasini stratejisinin temel noktaları olan; hedefini belirleme, amacını açık bir biçimde karşı tarafa iletme, politikasını destekleyecek ulusal ve uluslararası adımları atma, uluslararası hukuk sınırlarında kalarak, kuvvet kullanma tehdidinde bulunma faktörlerini etkin bir biçimde kullanmıştır. Yunanistan’ın tek taraflı uygulamalarını durdurmak, onu geri adım atmaya ve görüşmeler yapmaya zorlamak açısından, başarılı bir zorlayıcı diplomasi örneği sergilemiştir. Türkiye bu stratejisini sürekli olarak müzakereye davet ve üçüncü aktör desteğini sağlayacak girişimlerle desteklemiştir. Kriz sürecine dahil olan üçüncü aktörler ABD ve NATO olmuştur.  Türkiye kriz süresince uluslararası destek sağlamak konusunda akılcı bir politika izlemiştir. 23 Mart 1987 günü BM Genel Sekreterine iletilen mektupla hem 1976 Bern Anlaşması’na hem de BM Güvenlik Konseyi’nin 395 sayılı kararına atıfta bulunarak, argümanlarını kabul edilmiş hukuksal belgelere dayandırmıştır. Böylelikle ABD ve NATO’nun yürüttüğü arabuluculuk faaliyetlerinde söylemin şekillendirileceği ortak yasal zemin oluşturulmuştur. Kriz süresince uluslararası desteğin Türkiye yanlısı olarak belirdiğini gösteren özel emareler yoktur. Ancak Türkiye’nin argümanlarını uluslararası kabul gören karar ve anlaşmalarla desteklemesi argümanlarının uluslararası aktörler tarafından kabul görmesi ve desteklenmesi sonucunu doğurmuştur.

Kriz süresince her iki taraf açısından da askeri anlamda şiddet içeren herhangi bir girişim olmamıştır. Yani taraflar silahlı herhangi çatışmaya girmemiştir. Ancak krizin zirve yaptığı 27-28 Mart günlerinde her iki taraf silahlı kuvvetleri de alarm durumunda bulunmuş, savaş çıkması durumunda üstün pozisyon almaya yönelik askeri hareketlilik sergilenmiştir.  Bununla birlikte kriz süresince şiddet seviyesi psikolojik baskı ve stres yaratma noktasından daha ileriye geçmemiştir. Her iki taraf kamuoyunda da sıcak bir çatışma ve savaş halinin belirme olasılığına karşı tedirginlik yaşanmıştır.

Kriz tarafların karşılıklı olarak yaptığı açıklamalarla sonlandırılmış, Yunanistan krize neden olan açıklamaları ve iddialarından vazgeçtiğini bildirmek zorunda kalmıştır. Bu anlamda varılan noktanın, üçüncü aktörlerin de etkisiyle zımni bir uzlaşı olduğu söylenebilir. Nitekim, krizin sonlanmasıyla Ege Denizi kıta sahanlığının sınırlandırılması konusunda hiçbir adım atılmazken, bu konuda soruna neden olabilecek başka bir eylem yapılmayacağı konusunda anlaşılmıştır. Bu durum aslında tam anlamıyla Bern Anlaşması’yla sağlanan statüye mutlak bir geri dönüşü gösterir. Kriz öncesiyle kriz sonrası arasında, tarafların ileri sürdüğü ne bir fazla ne de bir eksik iddia vardır.28 Mart günü iki ülkenin de tahrik gelmedikçe gemilerini karasuları dışına çıkarmayacaklarını açıklamasıyla,yani zımni bir uzlaşıyla belirlenen, hem taktik anlamda, ihtilaflı sulardaki tarafların davranışları, hem de dış politika davranışı açısından tam anlamıyla statüko ante’dir.

Sonuç

1987 kıta sahanlığı krizinde yaşananlar, aynı konuda 1976 yılında yaşanan kriz sonrasında yaşananlara benzer şekilde bir diyalog sürecinin başlamasına neden oldu. Kasım 1987’de yapılan genel seçimleri kazanarak yeniden iktidara gelen Özal’a bir kutlama mesajı gönderen Papandreu tutumunu değiştirerek Davos görüşmelerine katıldı. Böylelikle iki ülke arasında 1980’lerde kesintiye uğrayan görüşmeler sürecine yeniden başlanmış oldu. Bu gelişme  Türk-Yunan sorunlarının ve bunlardan kaynaklanan krizlerin tamamen çözülemez nitelikte olmadığının önemli bir göstergesidir. İki ülke arasında yaşanan anlaşmazlıkların, Kıbrıs sorunundan itibaren iki taraf hükümetlerince de ulusal davalarda yumuşak davranıyor izlenimi vermemek merkezinde yönetildiği, ancak yine de çözümlerinin mümkün olduğu yönünde görüş de vardır. Bu görüşe göre, iki ülkenin kriz sırasında çatışmanın eşiğine gelmiş olması ve savunma harcamalarının yüksekliği, PASOK Lideri Papandreu’yu daha önceki Türkiye’yi saldırgan ve genişlemeci olarak tanıtan hükümet politikalarından önemli miktarda sapmaya ve 1988 yılında Özal ile Davos’ta buluşmaya ikna edebilmiştir.[22]   

Alexis Heraclides, Taşoz Adası civarında halihazırda petrol sondajlarının yapılıyor olması ve bu işi yürüten petrol şirketinin açıklamaları nedeniyle, 1987 krizinin, 1976 krizinden de fazla olacak şekilde bir dizi yanlış anlamadan kaynaklandığını söylemektedir.[23] Heraclides bu krizin olumlu tarafını da, Davos görüşmelerini işaret ederek, (1976 yılında olduğu) gibi Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan kısa dönemli bir yumuşamanın katalizörü olarak gördüğünü belirtmektedir.[24]

KAYNAKÇA

Aksu, Fuat. Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2008

Aksu, Fuat. Türk Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Ankara: SAEMK Yayınları, 2001

Aydın, Mustafa.  “Contemporary Turkish-Greek Relations: Constrains and Opportunities”, Turkish-Greek Relations, Newyork: Routledge, 2004

Bölükbaşı,  Deniz.  Dışişleri İskelesi, İstanbul: Doğan Kitap, 2011

Heraclides, Alexis.The Greek-Turkish Conflict in the Aegean, Imagined Enemies,Hampshire: Palgrave Macmillan, 2010.s. 120-124  

Oran, Baskın. Türk Dış Politikası Cilt II, İstanbul 2001: İletişim Yayınları

Papadopoulos, Constantine A. “Economic Cooperation:, Guarantor of Detente or Hostage to Politics”, In the Long Shadow of Europe, Greeks and Turks in the Era of  post Nationalism, Boston: Martinus Nijhof Publishers, 2009

01 Kasım 1973 tarihli Resmi Gazete

18 Temmuz 1974 tarihli Resmi Gazete

27 Mart 1987 tarihli Resmi Gazete

İyi bir ilişki isteriz ama…” Cumhuriyet Gazetesi 07 Ekim 1985

Ankara Bern için Papandreu’yu uyardı”, Cumhuriyet Gazetesi, 09 Ekim 1985

Ege’de sinir savaşıMilliyet Gazetesi 20 Mart 1987

 “NATO Ülkeler Büyükelçileri Dışişlerine ÇağrıldıMilliyet Gazetesi 24 Mart 1987

Atina’ya Ege’de MisillemeCumhuriyet Gazetesi, 25 Mart 1987

“Yunanistan’dan savaş tehdidi” Cumhuriyet Gazetesi 25 Mart 1987

Gemilere saldırı savaş nedeniMilliyet gazetesi 27 Mart 1987

Savaş değil diyalog”, Milliyet Gazetesi 28.Mart 1987

Yalçın, Nilüfer ve Batur,Nur. “Gün gün gelişmeler”, Milliyet Gazetesi, 29 Mart 1987



[1]Bu kriz, yayınlamış olduğu anı kitabında Deniz Bölükbaşı tarafından “Taşoz Krizi” olarak adlandırılmaktadır. Bunun nedenini, krizin tırmanmasına sebep olan olayın Yunanistan’ın Taşoz Adasının 10 mil doğusunda petrol arama faaliyetlerinde bulunacağını açıklaması olarak değerlendirmek mümkündür. Bkz. Deniz Bölükbaşı,  Dışişleri İskelesi, İstanbul: Doğan Kitap, 2011,  s,120

[2]Olaylara ilişkin özet tarihsel gelişmeler, Deniz Bölükbaşı,  Dışişleri İskelesi, İstanbul: Doğan Kitap, 2011, s,120, Fuat Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, İstanbul: Bağlam Yayınları,2008,s 154-166, Fuat Aksu, Türk Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Ankara: SAEMK Yayınları,2001, s.68-80’den derlenmiştir.

[3]1973 yılında verilen arama izinleri için bkz. 01 Kasım 1973 tarihli, 1974 yılında verilen izinler için bkz. 18 Temmuz 1974 tarihli Resmi Gazete

[4]Bkz. “İyi bir ilişki isteriz ama…” Cumhuriyet, 07 Ekim 1985

[5]Bkz. 27 Mart 1987 tarihli Resmi Gazete. Haritalar ilgili resmi gazetelerden alınmış, mukayese için yeniden boyutlandırılmış ve ruhsat sahalarını belirginleştirmek amacıyla renklendirilmiştir

[6]Bkz. “Gemilere saldırı savaş nedeni” Milliyet gazetesi 27 Mart 1987, s.6

[7]Bkz. “NATO Ülkeler Büyükelçileri Dışişlerine Çağrıldı” Milliyet Gazetesi 24 Mart 1987. Ayrıca bkz. “Atina’ya Ege’de Misilleme” Cumhuriyet Gazetesi, 25 Mart 1987

[8]Bkz “ Savaş değil diyalog”, Milliyet Gazetesi 28.Mart 1987, s.6

[9]  Bkz. “Ankara Bern için Papandreu’yu uyardı”, Cumhuriyet Gazetesi, 09 Ekim 1985, S.8

[10]Constantine A. Papadopoulos, “Economic Cooperation:, Guarantor of Detente or Hostage to Politics”, In the Long Shadow of Europe, Greeks and Turks in the Era of  post Nationalism, Boston: Martinus Nijhof Publishers, 2009, s. 303

[11]Özetin an hatları için bkz. Nilüfer Yalçın, Nur Batur,”Gün gün gelişmeler”, Milliyet Gazetesi, 29 Mart 1987, s.8

[12]Baskın Oran Türk Dış Politikası, Cilt II, İstanbul 2001: İletişim Yayınları, s.113

[13]Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ait olan Piri Reis araştırma gemisinin, 19 Mart 1987 tarihinde Kuzey Ege’de Taşoz adasının yakınlarındaki uluslararası sularda Ege’de ölçme ve izleme projeleri kapsamında “su ölçümleri” ve “su hareketleri” ile “deniz kirlenmesi” konularında bilimsel çalışmalar yapacağı açıklanmıştır. Bkz. “Ege’de sinir savaşı” Milliyet Gazetesi 20 Mart 1987, s.7 

[14]Kararla birlikte TPAO’nun petrol arayacağı dört bölge de bir harita ile birlikte yayınlanmıştır.

[15]  Bu açıklamanın izah edilmesinde fayda vardır.  Gerginliğin başından beri Yunanistan’ı Bern Anlaşmasına uymaya davet eden Türk tarafı, aslında kendi tezini destekler şekilde, kendi petrol arama faaliyetlerini ancak Yunan tarafının Bern’e aykırı davranması durumunda uluslararası sulara taşıyacağının bir ifadesidir. Nitekim krizin çözülmesine yol veren Türk tarafı davranışı da bunu desteklemektedir. 

[16]  Bkz. dipnot 10

[17]Aksu ,Türk Dış Politikasında… S. 153

[18]Oran, Türk Dış Politikası … s. 114

[19]Aksu, Türk Dış Politikasında… s. 183

[20]Bkz. “İyi bir ilişki isteriz ama…” Cumhuriyet Gazetesi 07 Ekim 1985

[21]Bkz. “Yunanistan’dan savaş tehdidi” Cumhuriyet Gazetesi 25 Mart 1987, s.13

[22]Mustafa Aydın, “Contemporary Turkish-Greek Relations: Constrains and Opportunities”,Turkish-Greek Relations, Newyork: Routledge, 2004, s. 31

[23]Heraclides  bu fikri desteklemek üzere, kriz sürecinde yapılan açıklamalar ve özellikle Papandreou’nun  dönemin Atina  büyükelçisi Nazmi Akıman ile olan temaslarını detaylı olarak anlatmaktadır. Bkz. Alexis Heraclides, The Greek-Turkish Conflict in the Aegean, Imagined Enemies,Hampshire: Palgrave Macmillan, 2010.s. 120  

[24]Heraclides, The Greek-Turkish Conflict …s. 122

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

 Fuat Aksu.“Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları”. Avrasya İncelemeleri Dergisi 13, sy. 2 (Eylül 2024): 89-122. https://doi.org/10.26650/jes.2024.1489520.   Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları*   Maritime...

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

Fuat Aksu.“Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları”. Avrasya İncelemeleri Dergisi 13, sy. 2 (Eylül 2024): 89-122.  Öz 1923’ten günümüze Türkiye’nin dış politika krizlerinden 14’ü doğrudan-dolaylı olarak Yunanistan’la yaşanmıştır. Krizler...

2010 Mavi Marmara Krizi

ÖZET  İstanbul Merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı) ile Gazze Şeridi’ne içerisinde 10 bin tonluk yardım malzemesi taşınması girişimi, filoya 31 Mayıs 2010’da İsrail tarafından askeri operasyon düzenlenmesi ve yaşanan ölçüsüz...

Deniz – Denizcilik Düzenlemeleri

Dizin: (92 kayıt) 1929 Senesinde Londra'da Mün'akit "Deniz Hayat Selameti" Konferansında Bazı Maddeleri Tadil Edilen Beynelmilel Deniz'de Meni Müsademe Nizamnamesini Tadilen Teklif Olunan Merbut "Deniz'de Meni Müsademe" Nizamnamesinin Meriyete Vazı (Londra,...

TDP Krizleri Anasayfaları

TÜRK DIŞ POLİTİKASI KRİZLERİ Türk Dış Politikası Krizleri Ana Sayfa Erişimi...   Menüden krizlere ilişkin anasayfalara erişebilirsiniz. Aşağıdaki tabloda Projemizin tesliminden sonra gerçekleşen dış politika krizlerinin de eklenmiş olduğu güncel (Ağustos 2023)...

Ana Sayfa 1926 Musul Krizi

1924 MUSUL KRİZİ İmparatorluklar çağını sona erdiren Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde bir güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere baskın aktörlerden biri olarak sistemin yönlendiricisi durumdadır. Avrupa’da Alman...

Ana Sayfa-1926-1927 Bozkurt-Lotus Krizi

LOTUS-BOZKURT DAVASI (2 Ağustos 1926 - 7 Eylül 1927) ÖZET Midilli açıklarında çarpışan Bozkurt adlı Türk gemisi ile Lotus adlı Fransız gemisinin yol açmış olduğu krizdir. Çarpma sonucunda Bozkurt gemisi batmış ve 8 Türk gemici ölmüştür. Fransız gemisi Lotus...

Ana Sayfa- 1930 Küçük Ağrı Krizi

1929-1930 KÜÇÜK AĞRI KRİZİ Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde güçler dengesi sistemi hâkimdir. Bu sistem içerisinde İngiltere ve Fransa sistemin yönlendiricisi durumdadır. Almanya Versay Antlaşması nedeniyle zayıflatılmış, ABD izolasyonist bir dış...

Anasayfa-1935 Bulgaristan Krizi

1935 BULGARİSTAN KRİZİ İki savaş arası olan bu dönemde statükocu- revizyonist-ülkeler rekabet halindedir. 1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkeleri olan İngiltere ve Fransa uluslararası sistemde statükonun devamından yanayken yenilen ve ağır şartlar dayatılan Almanya,...

Ana Sayfa – 1936 Hatay Krizi

Ana Sayfa - 1936 Hatay Krizi