22 Şubat 2015 tarihinde Türkiye’nin Suriye topraklarında gerçekleştirmiş olduğu “Şah Fırat Operasyonu” ile Süleyman Şah Türbesi’ni Türkiye-Suriye sınırı yakınındaki Eşme Köyü’ne nakletmesi ile ortaya çıkan kriz durumu. Söz konusu operasyon Suriye merkezi yönetimi haberdar edilmeden, bir anlaşma yapılmadan gerçekleştirilmiş olduğu için Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir uyuşmazlık-çatışma-kriz yaratmıştır. 1921 Ankara Anlaşması, 1923 Lozan Barış Antlaşması gereğince söz konusu bölge Türkiye’ye aittir. 2010 sonrasında Suriye’de başlayan iç çatışmalar sonucunda Suriye yönetiminin bölgedeki kontrolünü yitirmesiyle Süleyman Şah Türbesi’nin güvenliği tehdit altına girmiştir. Yapılan askeri operasyon sonucunda türbede bulunan sandukalar ve değerli emanetler Suriye sınırında bulunan Eşme Köyü’ne getirilmiş ve burada hazırlanan geçici türbede muhafaza edilmiştir.

Düzenlenen operasyona gerekçe olarak “askeri gereklilikler” gösterilmiş, bu ise Türkiye’de hükümete sert eleştirilerin yapılmasına neden olmuştur. Yapılan açıklamalarda güvenliğin yeniden tesisi ile türbenin önceki yerine nakledileceği belirtilmiştir. Suriye merkezi yönetiminin bilgi ve oluru olmadan gerçekleştirilen yer değişikliği ve askeri operasyon Suriye’nin tepkisini çekmiştir. Diğer yandan Suriye topraklarında bir Suriye vatandaşına ait araziye türbenin geçici olarak yerleştirilmiş olması ve güvenli bölge tesis edilmesi özel hukuk açısından da tartışmalı bir durum yaratmıştır.

Düzenlenen askeri operasyon sırasında bölgedeki Suriyeli Kürt gruplarla işbirliği yapılmış olması ve bu grupların PKK ile bağları ise başka bir tartışma konusunu oluşturmuştur.

Krizin Arka Planı: 2010 yılından itibaren Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin bozulması yeni krizlere zemin hazırlamıştır. Bunlardan biri de Suriye sınırları içerisinde yer alan ve hukuki – siyasi olarak antlaşmalarla Türkiye’ye ait olan Süleyman Şah Türbesi’nin statüsüne ilişkindir. 2010-2015 zaman diliminde Suriye’de ortaya çıkan istikrarsızlıklar ve iç çatışmalar Süleyman Şah Türbesi’nin güvenliğinin sağlanması açısından belirgin risk, tehlike ve tehditlerin varlığına işaret etmiştir. Bölgede Suriye merkezi yönetiminin denetiminin olmaması ve çatışmaların seyrine göre farklı silahlı grupların, aşiretlerin bölgede etkinlik kurmaları Süleyman Şah Türbesi’nin güvenliğini de tehdit eder hale gelmiştir. Özellikle IŞİD’in bölgedeki varlığını arttırmış olması ve Türkiye’nin de bu örgütün hedefi haline gelmesi kaygıları arttırmıştır. 2014 yılında Türkiye’nin Süleyman Şah Türbesi’nin güvenliğini sağlamak amacıyla çeşitli önlemler almaya ihtiyaç duyduğu gözlenmektedir. Nitekim TBMM 2 Ekim 2014 tarihinde kabul etmiş olduğu tezkere ile hükümete yetki vermiştir. Karar aşağıdaki gibidir:

“…. Öte yandan, uluslararası hukuk uyarınca Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu’na dönük güvenlik riski de artmıştır.

Yukarıda belirtilen tüm gelişmeler, Türkiye’nin rejimin ve terör gruplarının gerçekleştirebileceği her türlü saldırıdan, ayrıca Suriye’deki belirsizlik ve kaos ortamından en fazla etkilenebilecek ülke konumunda olduğunu teyit etmektedir.

Bu çerçevede, ulusal güvenliğimizi tehlikeye atabilecek her türlü tehdide ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin tespiti ve uygulanması önem taşımaktadır. Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasanın 92’nci maddesi uyarınca Hükümete bir yıl süreyle izin verilmesi, Genel Kurulun 2.10.2014 tarihli 2’nci Birleşiminde kabul edilmiştir.”[1] Tezkerede dikkati çeken iki önemli husus gözükmektedir. Bunlardan ilki “uluslararası hukuk uyarınca Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu’na dönük güvenlik riski”nden söz edilmesi, diğeri ise “…gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere…” ifadeleridir. Hükümetin diğer faktörler yanında Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik tehdit algılamalarını giderecek önlemleri 2015 yılından önce planlamaya başladığı söylenebilir.[2]

Çatışma – Kriz ilişkileri açısından değerlendirildiğinde Süleyman Şah Türbesi’ne ilişkin iki ülke arasında doğrudan bir uyuşmazlığın bulunmadığı söylenebilir. Kriz öncesi evrede, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin 2010 yılında gerginleşmesinden önce bu konudaki görüş alışverişinin Süleyman Şah Türbesi’nin kurulacak Teşrin Barajı dolayısıyla yeniden su altında kalmasına ilişkin riskler konusundadır. Ancak iki ülke arasında imzalanan anlaşma ile Süleyman Şah Türbesi ve müştemilatının tahkim edilmesine karar verilmiş ve proje çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Bu niteliğiyle söz konusu kriz Suriye – Türkiye ilişkilerinde tekrarlayan çatışma içerisinde ortaya çıkan bir kriz özelliği göstermemektedir.

Türkiye’nin askeri gereklilikleri gerekçe göstererek Süleyman Şah Türbesi’ni Türkiye sınırına yakın Eşme Köyü’ne taşımak için askeri operasyon düzenlemesi Suriye açısından krizin tetikleyicisi eylem olmuştur. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle Şah Fırat Operasyonu sırasında 39 tank, 57 zırhlı araç, 100 araç ve 572 personelle Suriye’ye girilmiştir. Dış politika krizi olması bakımından değerlendirildiğinde Türkiye krizi tetikleyen aktör olarak Suriye topraklarında bir askeri operasyon düzenlemeden önce gerekli diplomatik süreçleri tüketmemiştir. Dolayısıyla kriz zamansal sınıflandırma açısından ani kriz niteliğindedir. Tetikleyici eyleme ilişkin karar Türkiye’ tarafından mevcut tüm seçenekler  değerlendirilerek alındığı ve olası riskler düşünüldüğü için niyet bakımından tasarlanmış kriz özelliği göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yaptığı açıklamada aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir:“…Şimdi operasyonun karar saatini, gününü sizle tabi ki paylaşamam, bununla ilgili bildiğiniz gibi değerlendirmeler her gün yapılır, anlık yapılır. Konuyla ilgili Cumhurbaşkanımızın sevk ve idaresinde, Başbakanımızın koordinasyonunda, Genelkurmay Başkanlığımızın başkanlığında bu karar verildi, bu operasyon yapıldı. Tabii ki bunun bir arka planı var, yani bu karar Cumartesi öğleden sonra verilmedi, şüphesiz bunun bir arka planı var. Bu bölgedeki dinamik güvenlik unsurlarını analiz etmek suretiyle verilmiş bir karardır ve biz isabetli olduğu konusunda en ufak bir tereddüde sahip değiliz.”[3]

Diğer yandan Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması ve sonrasındaki uygulamalar Türkiye – Suriye ilişkilerinde bu konudaki uyuşmazlığın, dolayısıyla krizin de sürdüğünü göstermektedir. Halihazırda bu niteliğiyle gelişen kriz özelliğine de sahiptir.

Türkiye açısından fiili durum yaratmasına gerekçe oluşturan gelişme Suriye topraklarında iç çatışmalar dolayısıyla Süleyman Şah Türbesi’nin ve burada bulunan askeri personelinin güvenliğini sağlamakta tehditlerin artmış olmasıdır.[4] Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik bir saldırının [ki bu saldırının IŞİD kaynaklı olacağı ileri sürülmüştür] gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin kime tepki göstereceğinin belli olmaması istemediği ve kontrol edemeyeceği bir çatışmaya sürüklenebileceği endişesi yaratmıştır. Bu ise askeri ve siyasi karar alıcılar bakımından alınan kararın stresini arttırmıştır. Kriz öncesi evrede siyasi karar alıcıların Suriye yönetimi ile doğrudan iletişim kanallarını kullan[a]mamış olması, diplomatik ilişkilerin kopmuş olması askeri operasyondan Suriye yönetimini haberdar etmeyi engellemiştir.[5] Askeri operasyon sonucunda ortaya çıkan krizde Türkiye’nin muhatabı Suriye olduğu için devletten devlete yaşanan bir krizden söz edilebilir. Kriz sürecinde siyasal karar alıcının operasyonu meşrulaştırmak için ileri sürmüş olduğu gerekçe “askeri gereklilik” olmuştur. Ancak bu gerekliliğin hangi somut bilgilere/verilere dayandırılmış olduğu açık değildir. Tehditin Türkiye açısından yaratmış olduğu önem derecesi ise algısal güvenliğin yanı sıra toprak bütünlüğünü ilgilendirmesi dolayısıyla yüksektir. Yani gerekli önlem alınmadığı, tepki gösterilmediği takdirde gerçekleşecek tehdit / saldırı doğrudan ülke bütünlüğü ve güvenliğine yönelik olarak değerlendirilmiştir. Eğer iddia edildiği gibi Süleyman Şah Türbesi ve güvenliği sağlayan askeri birliğe yönelik bir IŞİD saldırısı riski gerçekleşmiş ve bunun sonucunda Türk askerinin saygınlığını, etkisini zayıflatacak bir eylem gerçekleşmiş olsaydı [örneğin çatışma sırasında Türk askerinin esir alınması, medya önünde infaz edilmesi gibi senaryolar] bu durumda Türkiye’nin bölgesel alt sistemdeki saygınlık ve etkisinde de bir zayıflamanın olacağı düşünülmüştür.

Genelkurmay Başkanlığı’nın operasyon sonrasında basına yapmış olduğu açıklama aşağıdaki gibidir:

“Uluslararası Antlaşmalar ile Türk toprağı olan Süleyman Şah Saygı Karakolu’ndaki manevi değeri yüksek ecdat yadigarı emanetler, Suriye’de ortaya çıkan güvenlik sorunları ve askeri zaruretler nedeniyle, haklarımız saklı kalmak üzere geçici olarak yine Suriye topraklarında bulunan Suriye Eşmesi Köyüne taşınmak üzere getirilmiştir. Geride değerli emanet bırakılmamıştır. Suriye Eşmesi’nde naaşın nakledileceği bölge birliklerimiz tarafından kontrol altına alınmış, bayrağımız göndere çekilmiştir. Şah Fırat Operasyonu sırasında herhangi bir çatışma yaşanmamış, başlangıç evresindeki intikal esnasında bir personelimiz geçirdiği bir kaza sonucu şehit olmuştur.”[6]

Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu fiili durum yaratma şiddet içermeyen askeri eylem şeklinde kurgulanmış ve operasyon sırasında herhangi bir şiddet [askeri nitelikte çatışma] gerçekleşmemiştir.

Operasyon sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ise aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

“Sevk ve idaresini bizzat takip ettiğim, Sayın Başbakanımızın ve Genelkurmay Başkanımızın harekat merkezinden bizzat yürüttüğü bu operasyon, ecdadımızın bizlere emaneti olan Süleyman Şah Türbesi’ni, savaş şartlarının hakim olduğu Suriye’de daha güvenli bir mevkiye nakletmeyi amaçlamıştır. Gece boyu gerçekleştirilen Şah Fırat operasyonuyla Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’ndaki tüm emanetler ve orada görev yapan askerlerimiz, salimen ülkemize getirilmiş bulunmaktadır. Operasyon, devletimizin kararı ve uygulamasıyla başarılı bir şekilde tamamlanmıştır. Süleyman Şah’ın naaşı, askerlerimiz tarafından kontrol altına alınan ve şu anda bayrağımızın dalgalandırıldığı, Suriye sınırları içinde sınırımıza 200 metre mesafede bulunan Eşme bölgesine nakl-i kubur ile getirilecektir. Daha önce iki defa yeri değiştirilmiş olan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu, yine uluslararası hukuk ve anlaşmaların bir gereği olarak yeni mekanında bayrağımızı dalgalandırmaya ve ecdadımızın hatırasını yaşatmaya devam edecektir.”[7] Türkiye’nin Suriye sınırları içerisinde gerçekleştirdiği operasyon iki ülke arasındaki ahdi hukuku ve siyasi ilişkileri ilgilendirdiği ve bu statüde tek yanlı bir değişiklik yaratmış olduğu için Suriye açısından bakıldığında Türkiye’yi “saldırgan ülke” pozisyonuna sokmaktadır. Suriye’nin kriz sürecinde Türkiye’ye tepkisi mevcut koşullarda sözlü, diplomatik-siyasi tepki göstermekten öteye gitmemiştir. Bununla birlikte Suriye Hükümeti BM Genel Sekreteri’ne göndermiş olduğu mektup ile Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirmiş olduğu operasyona tepki göstermiş ve 1921 Anlaşmasının ihlali olarak yorumlamıştır.[8]

Operasyon sırasında bölgede faaliyet gösteren koalisyon güçleri ve Özgür Suriye Ordusu’nun durumdan haberdar edildiği ve operasyonu Türkiye’nin tek başına yürütmüş olduğu açıklanmıştır. Oysa ilerleyen süreçte Türk askeri birliklerinin Suriye topraklarına girişi ve çıkışı süresince PYD/YPG güçlerinden destek aldığı görülmüştür. Basında çıkan haberlerde[9] operasyon sırasında yerel Kürt (PYD /YPG) gruplarının  askeri birliklerin geçiş koridorunu açtıkları ve geçişi kolaylaştırdıklarına ilişkin bilgilere yer verilmiştir.

Şah Fırat Operasyonu taktiksel olarak Türkiye’nin askeri güvenlik  bağlamındaki zorunlulukları ile bağlantılandırılmış ve bu endişeler operasyon ile giderilmiş olsa da bir krizin yanı sıra Suriye – Türkiye ilişkilerinde yeni bir [çok] uyuşmazlık yaratmıştır. Dolayısıyla kriz yönetimi açısından alınan operasyon kararının rasyonel bir karar olmadığı, kriz yönetim süreçleri açısından da tartışmalı olduğu söylenebilir.

Operasyonun Etki ve Sonuçları:

  • Şah Fırat Operasyonu olarak adlandırılan operasyon sonucunda aşağıdaki tartışmalar doğmuştur;
  • Türkiye’nin Suriye topraklarında gerçekleştirmiş olduğu askeri operasyon bu ülkenin oluru alınmadan gerçekleştirildiği için hukuksal açıdan tartışmalıdır,
  • Operasyon sırasında ve sonrasında Süleyman Şah Türbesi’nin yeri bir oldu-bitti ile değiştirildiği için Suriye’nin bu değişikliğe oluru bulunmamaktadır, oysa Türbenin yerinin değiştirilmesi eğer gerçekten bir zorunluluk ise bunun daha önce olduğu gibi iki ülke arasındagerçekleştirilecek müzakereler sonucunda mutabakatla yapılmış olması gerekir,
  • Halihazırda Suriye’ye ait topraklar da bir Suriye vatandaşına ait bir arazi üzerinde Türkiye Süleyman Şah Türbesi’ni  geçici olarak inşa etmiş olsa da gerek Türbenin varlığı gerekse Türbeyi korumak amacı ile bölgede bulundurduğu askeri varlığı hukuki, siyasi açıdan tartışmalıdır. Türkiye’nin bu süreç ve sonrasında mağdurların açacağı mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin tazminat davalarıyla karşı karşıya gelmesi mümkündür.
  • Askeri güvenlik açısından Türbenin halihazırda bulunduğu konum itibariyle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırmadığı da söylenebilir. Bölge IŞİD değil fakat PYD/YPG örgütünün kontrolü altındadır. Türkiye ise bu örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olarak değerlendirmekte ve terör örgütü olarak kabul etmektedir.

[1]TBMM 1071 Nolu Tezkere Kararı için bkz.; https://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar1071.html

[2] 2014 yılında internet üzerinden sızdırılan bazı dinleme kayıtlarında Suriye’deki riskler ve alınacak olası önlemlere ilişkin diyaloglarda Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik olası saldırıların da dillendirildiği görülmektedir. Bu konuda bkz.; Bomba Ses Kaydı: Seçim İçin Savaş Planı”, Cumhuriyet, 27 Mart 2014, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/54767/Bomba_ses_kaydi__Secim_icin_savas_plani.html

[3]Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şah Fırat Operasyonu Türkiye’nin Kendi Kararıdır ve Kendi Kabiliyetleriyle Hayata Geçirilmiştir”,  http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/2808/cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-sah-firat-operasyonu-turkiyenin-kendi-kararidir-ve-kendi-kabiliyetleriyle-hayata-gecirilmistir.html

[4] Bu gerekçenin  “Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti toprağını savunmadıkları, PKK/PYD ile IŞİD terör örgütlerini muhatap aldıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında birer gensoru açılmasına ilişkin” önergenin 24 Mart 2015 tarihli toplantısında TBMM’de görüşülmesi sırasında muhalefetin sert eleştirilerine muhatap olduğu görülmektedir. Önerge hakkındaki tartışmalar için bkz.; https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem24/yil5/ham/b08201h.htm

[5]Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması için bkz.; http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/02/22/genelkurmay-baskanligindan-operasyon-aciklamasi

[6]Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın basın açıklaması sırasında sorulan bir soruya verdiği cevapta Suriye yönetiminin de verilen bir nota ile duruma ilişkin olarak bilgilendirildiğini ifade etmektedir.  Bkz.; “Sayın Başbakanımızın dün açıkladığı gibi operasyonun selameti açısından müttefiklerimize bilgi verilmiş, Suriye rejimine de bir nota iletilmiştir. Fakat bahsettiğiniz diğer örgütlerle herhangi bir temas, koordinasyon, yardımlaşma söz konusu değildir.” Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şah Fırat Operasyonu Türkiye’nin Kendi Kararıdır ve Kendi Kabiliyetleriyle Hayata Geçirilmiştir”, http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/2808/cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-sah-firat-operasyonu-turkiyenin-kendi-kararidir-ve-kendi-kabiliyetleriyle-hayata-gecirilmistir.html

Suriye’nin durumdan haberdar edilmesinin 21 Şubat 2015 tarihinde Suriye’nin İstanbul Konsolosluğu’na verilen nota ile gerçekleştiği görülmektedir. Ancak notanın bilgi amaçlı olduğu ve cevabı beklenmeden operasyonun gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bu durum Suriye’nin Genel Sekreter’e göndermiş olduğu mektupta özellikle vurgulanmıştır. Bkz.; “Identical letters dated 23 February 2015 from the Permanent Representative of the Syrian Arab Republic to the United Nations addressed to the Secretary-General and the President of the Security Council”,  https://documents-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N15/051/57/pdf/N1505157.pdf?OpenElement

[7]Cumhurbaşkasın Erdoğan’ın açıklaması için bkz.; http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/02/22/erdogandan-sah-firat-kutlamasi

[8]Mektubun orjinali için bkz.; “Identical letters dated 23 February 2015 from the Permanent Representative of the Syrian Arab Republic to the United Nations addressed to the Secretary-General and the President of the Security Council”, https://documents-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N15/051/57/pdf/N1505157.pdf?OpenElement

[9]Uğur ERGAN / Selçuk ŞEN, “YPG: Şah Fırat Operasyonu’na destek verdik”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/ypg-sah-firat-operasyonuna-destek-verdik-28271808