2014 IŞİD KONSOLOSLUK REHİNE KRİZİ

Özet

IŞİD Haziran ayında, Irak ordusunun kenti boşaltması üzerine 10 Haziran 2014’te Musul’un kontrolünü ele geçirmiş ve 24 saat içerisinde Musul’da bulunan Türkiye Başkonsolosluğu’nun önce boşaltılmasını talep etmiştir. Başkonsolosluğun boşaltılmaması üzerine 11 Haziran’da bombalı saldırı tehdidinde bulunarak kapının açılmasını sağlamış; içeri giren militanlar tarafından konsolosluk çalışanları ve aileleri rehin almıştır. Aynı dönemde yayınlanan haberlerde kapının 900-1000 arasında IŞİD militanı tarafından kırılarak açıldığını belirtmektedir.[1] IŞİD Rehine Krizi, Başkonsolos Yılmaz Öztürk de dâhil olmak üzere, 49 konsolosluk görevlisinin ve aile fertlerinin rehin alınarak Başkonsolosluk binasına el konulmasını kapsayan bir rehin alma olayıdır. Baskının ardından rehineler daha sonra IŞİD militanları tarafından konsolosluk binasından çıkartılarak bölgede bulunan bir karargâha götürülmüştür.

IŞİD Rehine Krizi, devlet dışı aktörlerden biri olarak tanımlanan “terör örgütü” ile Türkiye’nin rehine krizi özelinde karşı karşıya gelmesi olayıdır. Bu süreçte Türkiye bir devlet olarak devlet dışı aktörle karşı karşıya gelmiştir. Rehine Krizi, diplomatik, siyasi, insani kültürel-manevi ve algısal bir krizdirörneğidir. Türkiye IŞİD Rehine Krizi’ni, Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT) içerisinden oluşturulan ad-hoc bir birim üzerinden yönetmiştir. Kriz her iki taraf açısından değerlendirildiğinde farklı özellikler göstermektedir. Rehine Krizi, Türkiye açısından “ani” ve “öngörüsüz” bir kriz iken; IŞİD açısından “gelişen” ve “dolaylı” bir kriz örneğidir. Aynı zamanda kriz sürecinde Kerkük’te bulunan aşiret liderleri aracılığıyla IŞİD birimlerine ulaşmıştır. Bu da aşiret liderlerinin insani bir krizde kolaylaştırıcı rol üstlendiğini göstermektedir. Rehinelerin 20 Eylül 2014’te Türkiye’ye getirilmesi ile kriz sona ermiştir. Ancak krizin sona ermesi dahi IŞİD ile Türkiye arasında  bir “takas” gerçekleştirildiği iddialarını sona erdirmeye yetmemiştir.

 

IŞİD REHİNE KRİZİ

IŞID’in Irak’taki ilerleyişi 2014 yılının Ocak ayının ilk günlerinde Ramadi ve Felluce isimli şehirleri ele geçirmeleriyle başlamıştır.[2] İŞID güçleri, Musul kentinde güvenlik güçleriyle çatışmalara 6 Haziran 2014’ten itibaren yönelmiştir. Ayrıca, örgüt aynı gün El Kahire’deki istihbarat merkezine intihar saldırısı düzenlemiştir. 7 Haziran’da Musul’un kuzeyindeki Yermuk bölgesi dâhil kentin bir bölümünde elektriği kesen örgüt, 8 Haziran’dan itibaren ise Irak güvenlik güçleri ile çatışmaya girmeye başlamıştır. Bu dönemde bölgede yaşayan siviller ise şehri terk etmeye yönelmiştir. 9 Haziran’da yoğunlaşan çatışmalar sonucunda bölgedeki Hastane ve Ninova Hükümet binası IŞİD’in kontrolüne geçmiş, aynı gün Musul’un bağlı olduğu Ninova Valisi Nuceyfi seferberlik çağrısı yapmış ancak buna rağmen 10 Haziran’dan itibaren Musul’da bulunan Nakşibendi Ordusu’nun desteğini alan örgüt, tüm şehri kontrol etmeye başlamıştır. Bunun üzerine bölgede bulunan Irak güvenlik güçleri silahlarını bırakarak kenti terketmişlerdir.[3] Şehrin IŞİD militanlarının tehdidi altında bulunması, bölgede bulunan Türk Konsolosluğu için artan bir tehlike oluşturmuştur. [4] Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Twitter hesabından yaptığı açıklamada konsolosluğa yapılan saldırıdan 20 saat önce konsolosluğun güvenliği ile ilgili olarak yaptığı açıklamada; “…sürekli irtibat halindeyiz. Musul Başkonsolosluğumuzun güvenliği için gerekli bütün önlemler alındı[5] demiştir.

IŞİD’in Haziran ayında, Irak ordusunun kentten ayrılması üzerine Musul’un kontrolünü ele geçirerek 24 saat içerisinde Musul’da bulunan Türk Konsolosluğu’nun önce boşaltılmasını talep etmiştir. Fakat El-Cezire Türkiye’nin haberine göre Türk konsolosluğu boşaltılmaması üzerine 11 Haziran’da Türk Konsolosluğu’na bombalı saldırı tehdidinde bulunarak kapının açılması sağlanmış, içeri giren militanlar tarafından konsolosluk çalışanları ve aileleri rehin almıştır. Aynı dönemde yayınlanan diğer haberler kapının 900-1000 arasında IŞİD militanı tarafından kırılarak açıldığını belirtmektedir. IŞİD militanlarının eylemleri sırasında Konsoloslukta bulunan özel harekât polislerine “çatışmayın” emrinin verildiği yine basında yer almıştır. Sonuç olarak IŞİD Rehine Krizi, Başkonsolos Yılmaz Öztürk de dâhil olmak üzere, 49 konsolosluk görevlisinin ve aile fertlerini rehin alınarak Konsolosluk binasına el konulmasını kapsayan bir olaydır. Rehineler daha sonra IŞİD militanları tarafından konsolosluk binasından çıkartarak bölgede bulunan bir karargâha götürülmüştür.

Kriz, AKP’nin 61. Hükümet döneminde başlamış 62. Hükümet döneminde ise sona ermiştir. Krizin başlangıç tarihinde 11 Haziran 2014’te Türkiye’de AK Parti’nin çoğunluk hükümeti ile yönetilmekteydi. Bu dönemde Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde girilmiş olmakla birlikte; 28 Ağustos 2014’e kadar Abdullah Gül cumhurbaşkanıydı. Krizin halen devam ettiği dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimleri 10 Ağustos 2014’te Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasıyla sonuçlanmış ancak henüz görev değişimi yapılmamıştı. Tayyip Erdoğan 28 Ağustos’tan itibaren göreve resmi olarak başlamıştır. 61. Hükümette başbakan yardımcıları Ali Babacan, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay’da oluşurken; 62. hükümette Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan yardımcıları Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Ali Babacan ve Bülent Arınç olmuştur. 62. Hükümet döneminin Dışişleri Bakanı halen bu görevi yürütmekte olan Mevlüt Çavuşoğlu’dur. Türkiye’de karar alma birimi olarak kurumsal bir yapı (Bakanlar Kurulu) mevcut bulunmakla birlikte; kurulun yapısı gereği kararlar oy birliği ya da oy çokluğundan ziyade ilgili birimlerin fikirleri alınarak başbakanın onayı ile oluşturulmaktadır. Bu nedenle Türkiye’de karar alma biriminin geleneksel olarak 1-4 kişiden oluşan “küçük grup” olduğu söylenebilir. Kriz yönetim sürecinde öne çıkan lider ise hem Dışişleri Bakanı hem de Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu’dur.

Krizin karşı tarafında ise Ebubekir El-Bağdadi önderliğinde kurulan IŞİD (ed-Devlet’ül İslâmiyye fi’l Irak ve’ş Şam) ya da yeni adıyla İslam Devleti(ed-Devlet’ül İslâmiyye) bulunuyordu. IŞİD resmi olarak tanınmayan Irak ve Suriye’deki güç boşluğundan yararlanan cihatçı bir terör örgütü olarak bilinmektedir. Başında ise Ebu Bekir El-Bağdadi bulunmaktadır. Örgütün 2003 yılından itibaren Irak’ın işgaline karşı Baas kadrolarının oluşturduğu bir direniş örgütü olduğu iddiaları da mevcuttur. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve 2011 yılında Arap Baharının Suriye’ye yansımalarıyla El-Kaide’ye bağlı grupların bölgede bulunan güç boşluğundan yararlanarak hareket alanı bulmasının büyük bir payı bulunmaktadır. Aralık 2013’den itibaren birbirleriyle savaşan El-Kaide unsurlarının arasından IŞİD güçlenerek çıkmıştır. Bu gruplardan El-Nusra cephesi, Suriye’de Beşar Esed’i devirmeye odaklanırken; IŞİD kurtarılmış bölgelerde devlet kurmaya yönelmiştir. El Bağdadi, 29 Haziran 2014’te “Irak-Şam İslam Devleti” olan örgütünün adını “İslam Devleti” olarak değiştirmiş ve halifelik ilan etmiştir.

11 Haziran 2014 itibariyle Musul Konsolosluğu’ndan 49 kişinin kaçırıldığı resmen ilan edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “personelimizin emniyet içerisinde ülkemize dönmeleri için tüm imkânlar seferber edilmiştir. Bu bağlamda, Irak hükümeti nezdinde de girişimde bulunulmuş ve Başkonsolosluğumuzun emniyet ve güvenliğinin sağlanmasından sorumlu oldukları hatırlatılmıştır. Öte yandan, başta Birleşmiş Milletler ve NATO olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda da gerekli girişimler yapılmaktadır. Sayın Bakanımız BM Genel Sekreteri ve ABD Dışişleri Bakanı ile görüşerek durumu ele almıştır”[6]denilmektedir.Aynı gün Dışişleri Bakanlığında 24 saat çalışacak bir kriz merkezi oluşturulmuştur. NATO, bilgilendirilmek üzere 11 Haziran Akşamı saat 20.00’da olağanüstü gündemle toplanmıştır. Ancak NATO’dan yapılan açıklamada, görüşmenin 4. madde kapsamında yapıldığı belirtilmiştir.[7]Musul Başkonsolosluğu’nun işgal edildiği haberi Meclis’te anında yankı buldu ve Musul konusunda bugün özel bir oturum yapılması kararı alınmıştır. Ayıca, Konsolosluk baskını TBMM’de muhalefet partilerinin sert tepkisine neden olmuştur. MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan, “Daha dün bu kürsüden ‘IŞİD konsolosluğumuzu bastı basacak’ dedik. ‘Orada konsolosluk, yukarıda Allah’a aşağıda IŞİD’e emanet’ dediğimizde hop oturup hop kalkan, ‘Bunları geç, bunlar bizim gündemimiz değil’ diyen milletvekilleri nerede? Konsolosluğumuz IŞİD militanlarının elinde AKP sıraları ise bomboş. Özel harekât birliklerimizden askerlerimiz de IŞİD’in elinde. Meclis bomboş. Ne işe yarıyor bu Meclis? Başkomutan olduğunu unutan Cumhurbaşkanı da ‘Oldu bittiye müsaade etmeyiz’ demiş. Olmuş bitmiş Sayın Başkomutan.”[8] Diyerek saldırıya son derece sert tepki göstermiştir. CHP İstanbul Milletvekili Osman Korutürk ise; “Hükümetin açmış olduğu yoldan bölgeye gelen terör örgütlerinden El Kaide bağlantılı terör örgütü Musul’a el koydu. Musul’a el koyması demek Suriye ile birlikte Irak’ın da toprak bütünlüğünün ciddi tehlikeye girmesi demek.” demiştir.

Muhalefetin sert tepkisine neden olan rehine krizi, hükümet kanadında ise IŞİD’in “Türkiye’yi doğrudan hedef almadığı”  söylemine neden olmuştur. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Türkiye’nin bir hedef halinde görülmediği açıktır. Ama konsolosluğa yapılan saldırı elbette Türkiye’ye ayrıca bir anlamı olduğunu göstermez. Hedef noktasında değiliz, bunu açıkça söyleyebilirim[9] cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kamuoyu algısını yönetmeye çalışmıştır. Yine Arınç “Konsolosluğun içinde yapılması gereken ne varsa yapılmıştır. İrtibat devam etmiştir ve orada bayrağımız dalgalanmaya, güvenlik güçleri elleri tetikte beklemeye başlamıştır”  demiştir.[10]

Türkiye, krizin başlangıcından itibaren karşısında muhatabın niteliği nedeniyle “farklı” bir kriz yönetim stratejisi izlemeye gitmiştir. Bu kapsamda basına yansıyanlara göre 14 Haziran’dan itibaren Başkonsolosluk rehinelerinin serbest bırakılması için Kerkük’ün ileri gelen aşiret liderini devreye sokmuştur. Türkiye’nin aşiret liderleri aracılığıyla IŞİD’e ulaştığı ve rehinelerin serbest bırakılması için temaslarda bulunduğu bu dönemde ifade edilmeye başlanmıştır.[11] Başbakan Erdoğan ise konu hakkındaki ilk açıklamayı 16 Haziran 2014’te yapmıştır. “Maalesef içeride siyasette sorumluluk bilinci içerisinde davranması gerekenlerin, tahrik içerisinde olduklarını görüyorum ve bu süreci ne yazık ki oradaki vatandaşlarımızı yok farz ederek değerlendiriyorlar. Bize adeta tahrik ifadeleriyle yükleniyorlar. Tabii biz bu tahriklere gelemeyiz. Bu işin sorumluluğunu taşıyanlar, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, şahsım, Genelkurmay Başkanım, ilgili bakan arkadaşlarım, MİT, yoğun bir şekilde bu işi anbean takip ediyoruz. Burada öncelikle birincil adımımız oradaki vatandaşlarımızı, kardeşlerimizi salimen ülkemize getirebilmektir. Bunun için her türlü görüşmeler sürdürülüyor.[12] Ayrıca Erdoğan “konu ile ilgili olarak yazılıp çizilmesinin hassas olan sürece zarar verdiğini” beyan etmiştir. Aynı haber, Başbakan Erdoğan Başkanlığı’nda 15 Haziran 2014’de Irak’taki gelişmelerin ele alındığı bir güvenlik toplantısı yapıldığı ifade edilmektedir. Başbakanlık Resmi Konut’ta gerçekleşen toplantıya, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu katılmış ve toplantı yaklaşık 2 saat devam etmiştir. Ancak bu güvenlik zirvesinde ne tür kararlar alındığı bilinmemektedir. 16 Haziran günü Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklamalar yapan Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç “Bizim hem konsolosluk görevlilerimizle hem de şoförlerimizle irtibatımız var. Amacımız onların sağ salim yurtlarına dönmesidir[13] demiştir. Ayrıca Arınç, “Bazen ABD, bazen BM, bazen Irak Bölgesel Yönetimi yetkilileri de dahil görüşmelerimiz sürüyor. Bu görüşmeler olumlu bir yöne doğru evrilmektedir. Halkımız şundan emin olsun, inşallah yakında bu vatandaşlarımızın sağ salim yurtlarına döndüklerini göreceğiz.” demiştir. Bu söylem, krizin başlangıcında Türk karar alıcıların olayın kısa sürede çözüleceğini düşündüklerini ortaya koymaktadır.

17 Haziran itibariyle Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nda bulunan ve IŞİD terör örgütü tarafından bilinmeyen bir yerde tutulan Türk vatandaşlarının güvenliklerinin sağlanması için soruşturma tamamlanıncaya kadar Rehine Krizi’ne ilişkin basın-yayın yasağı getirilmiştir.  Rehinelerin hayatlarının tehdit altında olduğu krizlerde, genel olarak dikkatleri rehinlere çekmemek ve hayatlarını daha fazla risk altına sokmama eğilimi vardır. Zira, basın-yayın yoluyla yayılan algı kısa süre içerisinde rehin alanların paniğe kapılmalarına neden olabilir. Bir panik anında ilk yapılacak olanın rehinelerin hayatlarına son vermek olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin İŞID Rehine Krizi’ndeki tavrının bu tür krizlerde özgü olarak rasyonel olduğu söylenebilir.

Krizin yumuşama eğilime girdiği evreyi belirlemek açısından net bir tarih vermek mümkün değildir. Çünkü olayın gerçekleştiği ilk iki günün ardından MİT mensupları 5 kez IŞİD ile temas kurduğu ve olumlu yanıt aldıkları belirtilmiştir. Ancak bu temasların tam olarak hangi tarihte gerçekleştirildiğine ilişkin net bir bilgi yoktur. Basına yansıyanlara göre, Türkiye 14 Haziran’dan itibaren krizi yönetmek üzere yerel unsurlar aracılığı ile (Kerkük’te bulunan aşiret liderleri) IŞİD’e ulaşmış; rehinelerin serbest bırakılması için temas sağlamıştır. IŞİD ile Rehinelerin serbest bırakılması konusunda anlaşma ise 13 Eylül tarihinde sağlanmıştır.  Basından takip edilenlere göre, Türk personel IŞID militanlarının eline geçtiği andan itibaren takibe alınmış; Başkonsolos Öztürk ile telefon görüşmeleri yapılmış; personeldeki bütün telefonların GPS takibi sağlanmıştır. Buna ek olarak “insan istihbaratı” devreye sokularak rehinelerin tutulduğu yerler istihbarat elemanları tarafından sürekli gözlenmiştir. Bu sayede rehinelerin bulunduğu yer 8 kez yer değiştirilmesine rağmen irtibat sürdürülmüştür. Yapılan anlaşma( ya da pazarlık) gereğince rehineler, MİT’in özel operasyon birimleri tarafından Akçakale sınırındaki Telabyat şehri sınır kapısında teslim alınmıştır.20 Eylül 2014’te rehineler Türkiye’ye getirilmiştir. IŞİD tarafından rehin alınan Musul Başkonsolosu ile beraberindeki 48 kişi 101 gün sonra serbest bırakılmışlardır. Ayrıca, MİT’in süreçteki önemini anlatan bir haberde IŞİD militanlarının krizin ilk günlerinde rehineleri bırakma eğilimde olduklarını fakat “merkez karargâhından” gelen olumsuz tavır nedeniyle geri adım attıklarını ifade etmektedir.[14] Hürriyet gazetesinde Deniz Zeyrek’in haberine göre; IŞİD komutanlarının rehineleri Kürt bölgesinde bırakmak istemedikleri şayet böyle bir teslimat yapılırsa kendi güvenliklerini sıkıntıya düşeceğini belirtiklerini ifade etmektedir. Bu nedenle ‘güvenli bölgede teslimat’ seçeneğinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Belirtilen teslimat için 8 Eylül’de otobüslerle yola çıkılmış, Musul’da 3 yerel personel bırakılmış ve bu esnada Suriye topraklarındaki IŞİD bölgelerinden ilerleyen 2 otobüse, silahlı “IŞİD militanları eşlik” etmiştir.[15] IŞİD’e yakınlığıyla bilinen Takva haber sitesine göre; “İslam Devleti medya kaynakları, kesinlikle hiçbir fidyenin alınmadığı ve ‘iki devletin karşılıklı masaya oturması sonucu’ mutabakata varıldığını” belirtiştir. Aynı siteye göre Türkiye’yi temsilen MİT Dış Operasyonlar Daire Başkanlığınca yürütülen görüşmelerin karşı tarafında ise ‘İslam Devleti Dışişleri Bakanlığı’ vardı.[16]

Rehinelerin Türkiye’ye getirilmesinin ardından açıklama yapan Başbakan Davutoğlu, “Sabaha karşı saat yarım sularında ilk temaslarımız yoğunlaştı ve sabah 05.00’de de ülkemize geldiler. Gece boyu yakından takip ettik gelişmeleri, biraz önce Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettik. Bu mutlu olay hepimizi güzel bir sabaha hazırladı” demiştir. Ayrıca, operasyonun istihbarat biriminin kendi yöntemleriyle gerçekleştirdiği bir çalışmayla Türk vatandaşlarının yurda döndüğünü belirtmiştir.[17] Bülent Arınç ise: “Çok şükür, Milli İstihbarat Teşkilatımızın, yereldeki bütün imkânları da kullanarak, burunları bile kanamadan konsolosluk görevlilerimizi Türkiye’ye getirmiş olmasına eminim 76 milyon insanımız ve dostlarımız çok sevindi[18] demiştir.

Rehinelerin Türkiye’ye getirilmesinin ardından özellikle dış basında Türk rehinelerin karşılığında bir takas yapıldığı iddiası gündeme gelmiştir. Bu iddialar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “velev ki takas yapılmış olsun”, “49 vatandaşımızın karşılığı hiçbir şeyle değişmez” cevabına yol açmıştır.  23 Eylül’de yayınlanan bir habere göre IŞİD’e rehinelerin karşılığında Türkiye, El-Tevhid Tugayı’ından Hacı Bekir’in eşinin ve çocuklarının bulunduğu 50 kişi vermiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın belirttiğine göre IŞİD ile “pazarlık yapılmış ancak hiçbir biçimde fidye ödenmemiştir”. Aynı zamanda BBC Türkçe’nin TİMES dergisinden alıntılayarak yaptığı haber, IŞİD militanlarının konsolosluk personeline karşı takas edildiklerini doğrulamaktadır. Türkiye rehinelerin ülkeye dönmesinin ardından 24 Eylül’de IŞİD’e karşı askeri, siyasi her türlü desteği sağlayacağını ilan etmiştir.

Krizin meydana geldiği dönemde Dünya, ABD’nin siyasal etkinliğinin halen sürmekte olduğu; bununla beraber birden “çok merkez ”in güçlerini arttırmalarından dolayı “çok merkezli” olarak tanımlanmaktadır. 2000’li yılların ortalarından itibaren özellikle Pekin ve Moskova Dünya’da önemli güç merkezleri olarak ortaya çıkmıştır.

IŞİD Rehine Krizi’nde krizi tetikleyen eylem, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nda gerçekleşmiştir. Bu nedenle krizin tetikleyicisi Türkiye sınırlarının dışındadır. Krizi tetikleyen aktör ise artık günümüzde devlet dışı aktörlerden biri olarak kabul edilen IŞİD terör örgütüdür. Kriz ortaya çıkışı yönüyle ani bir kriz özelliği göstermektedir. Zira Musul’un IŞID tarafından ele geçirilmesi dahi, bir haftadan daha kısa sürmüştür. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı üzere Musul’da tehlikeli bir halin yaşandığı bilinmekle birlikte militanların Türk Başkonsolosluğu’nu hedef alması beklenmeyen bir eylemdir. Bu nedenle kriz Türkiye açısından “ani” ve “öngörüsüz” bir kriz olma özelliği gösterirken; IŞİD açısından “gelişen” ve “dolaylı” bir kriz örneğidir. Çünkü IŞİD’in Musul’a gerçekleştirdiği harekat doğrudan doğruya Türkiye ile arasında bir kriz çıkartmaya yönelik değildir. Kriz konusu içeriğine göre değerlendirildiğinde, diplomatik-siyasi, insani, kültürel-manevi ve algısal bir krizdir. Olayın diplomatik-siyasi bir kriz olarak tanımlanmasının nedeni, krize neden olan olayın savunmacı tarafın siyasi hak ve çıkarlarına, hedeflerine yönelik bir tehdit ve/veya saldırı olarak algılanması ile tırmanan kriz durumunun ‘siyasi kriz’ olarak tanımlanmasından ileri gelmektedir.  Siyasi krizlere örnek gösterilebilecek biçimde olayda IŞİD kendisinin meşru gördüğü gerekçelere dayanarak herhangi bir siyasi hedef ve/veya önceliğini elde edebilmek için bir fiili durum yaratma gayreti içerisine girmiştir. Olayın Başkonsolosluğun işgali ve görevlilerin rehin alınmasını ihtiva etmesi de siyasi niteliğinin bir göstergesidir. Ayrıca, 49 görevlinin rehin alınması durumu en başta özgürce yaşama haklarının engellenmesine yönelik bir eylem olduğu için krizin insani bir boyutu bulunmaktadır. Krizin kültürel, manevi ve algısal boyutu, Türkiye’nin devlet olarak imajının rehineler nedeniyle sarsılmasından ve yine IŞİD’in elinde bulunan rehineler aracılığı ile Türk karar alıcılarda tehdit algısı oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

Krizin tetikleyicisinin niteliği itibariyle eylem; şiddet içermeyen askeri ve siyasi niteliği olan bir eylemdir. Olayın şiddet içermeyen askeri bir eylem olarak tanımlanmasının nedeni Türk dış politikası kriz incelemeleri grubunun şiddeti zarar veren –kurşun atılmış mı?- sorusu üzerinden sınırlandırmasından ileri gelmektedir. Olayda militanların silah zoruyla konsolosluğu işgal etmesi şiddet içermemekle birlikte, askeri bir eylem olarak tanımlanmış ve olayın diplomatik bir misyonda gerçekleştirilmesi itibariyle olayın siyasi yönüne vurgu yapılmıştır. Musul Başkonsolosluğu’nun işgal edilmesi, Türkiye’nin yıpratılmasına yönelik bir eylemdir. Ayrıca olay İŞID’in bir güç gösterisi olarak okunmalıdır. Ortadoğu’da düzen kurucu ülke olma iddiasında bulunan Türkiye’nin konsolosluğunun işgal edilmesi örgütün bölgede fiili bir durum yaratma iddiasında olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin olaya ilk tepkisi sözlü bir eylem olmuştur. Ancak bu noktada örgütün tehdidinin sınırlı tutulması amacıyla Türk karar alıcılar konsolosluk çalışanları ile iletişim halinde olduklarını ifade etmiş olmakla birlikte “rehine” yerine “misafir” sözcüğünü kullanmayı tercih etmişlerdir. Ayrıca Türkiye olayın başından itibaren bölgedeki Kürt aşiretler üzerinden iletişime geçmiş ve şiddet içermeyen diğer diye tanımlanabilecek bir tepki geliştirmiştir. Türkiye açısından tehdidin ciddiyeti siyasi, saygınlık ve hak kaybı, sınırlı askeri tehdit, uluslararası sistem ve bölgesel sistemde etki kaybı olarak tanımlanabilir.

Türkiye’nin IŞİD’e karşı kriz yönetiminde “zaman kazanma” stratejisini seçmiştir. Bilindiği gibi zaman kazanma stratejisi, Düşman/rakip statükoya meydan okumaya karar verdiğinde ya da yavaşça meydan okumaya başladığında savunmacı taraf karşılıklı olarak kabul edilebilir bir anlaşma ihtimalini ortaya çıkarmak amacıyla uygulanmaktadır.  Savunmacı tarafın acil çıkarına yönelik tehdidin müzakere ile ortadan kaldırılabildiği durumlarda zaman kazanma stratejisi dış politika kazanımları için yeni ihtimaller yaratmaktadır. Ayrıca zaman kazanma stratejisinin sıklıkla rehine krizlerinde uygulandığı bilinmektedir. Radikal bir “terör örgütü” olarak tanımlanan IŞİD’e karşı Türkiye, rehinelerin kurtarılması için dolaylı yollardan müzakere etmiş; bir anlamda yerel unsurlar ve MİT üzerinden gerçekleştirilen bir pazarlık sürdürülmüştür. Ayrıca bölgedeki aşiretler üzerinden sürdürülen görüşmeler askeri olmayan bir baskı stratejisinin uygulandığını göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin şiddet içeren ve kendisini IŞİD ile karşı karşıya getirecek herhangi bir eylemden kaçındığıNATO üyelerinin saldırıya uğrayan üyeye askerî yardımda bulunacakları varsayan  NATO’nun 5. Maddesini işletmekten kaçındığı ve NATO’ya bilgi vermekle yetinmesinden de anlaşılmaktadır.

IŞİD ise, olayı “oldu-bittiye getirme” ve Türk çalışanları elinde bulunması üzerinden “şantaj” yapmaya yönelmiştir. Kriz yönetim stratejilerine göre saldırgan taraf, savunmacı tarafın tartışmalı konudaki konumunu korumayacağını düşündüğü durumda hızlı, kararlı bir harekette bulunarak statükoyu değiştirme girişiminde bulunduğu durumlar oldu-bitti olarak açıklanmaktadır. Normal şartlar altında oldu-bittiye getirme stratejisi uygulayan ülke hem ulusal hem de uluslararası arenada güçlü bir kınama riski ile karşı karşıya kalabilmektedir.[19] Ancak IŞİD gibi bir örgüt için bu tür bir kınanma riski bir tehdit değildir.

Birçok çeşidi olan şantaj stratejisinde eğer rakip talep edilen şeyi gerçekleştirmeyi reddederse bir şekilde acı çekeceği ve ciddi zarara uğrayacağı algısını oluşturmak üzerine kurulmuştur. Alexander George, bu stratejide meydan okuyan tarafın krizi genelleştirerek beklenilen faydayı sağlamayı amaçladığını ifade etmektedir. Şantaj stratejisi şantajcıya güç kullanmadan ortaya çıkmasını istediği sonuca ulaştırdığında avantajlı bir stratejidir. Şantaj, başarıya ulaştığında istenmeyen tırmanma riskinden kaçınılmasını sağlamaktadır. Şantajın başarıya ulaşması, karşı tarafın saldırgan tarafın elinde bulundurduğu koza önem atfetmesinde gizlidir. Böyle bir durumda şantajcı tamamen taleplerini geri çekebileceği gibi isteklerini karşı tarafın kabul edebileceği makul bir seviyeye düşürebilir ya da değişik bir saldırgan strateji izlemeye yönelebilir.[20] IŞİD rehine krizinde basın-yayın yasağı getirilmesi, olayla ilgili açıklama yapmaktan kaçınılması örgütün alarm durumuna geçerek, rehinelere zarar vermesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.[21]

Bu noktada IŞİD’in kriz yönetim tekniği de aynı şekilde müzakere(pazarlık) ve şiddet içermeyen çözüm üzerine odaklanmıştır. Çünkü pek çok kişinin kafasını kestiği görüntüleri yayınlayan örgüt bu örnekte rehinelere fiili anlamda bir zarar vermemiştir. Olayda şiddetin seviyesi, her an rehinelere zarar verilebileceği ve bu görüntülerin servis edilebileceği ihtimali üzerinden Türkiye’ye psikolojik şiddet ve baskı yaratma amacını taşımaktadır. IŞİD Rehine krizinde, krize müdahil olan herhangi bir üçüncü aktör ve müdahil bir örgüt yoktur. Örneğin: NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen,  “NATO’nun devreye girmesini sanmadığını” açıklamış, BM Genel sekreteri Ban-ki Moon “BM Genel Sekreteri olarak, diplomatlara yönelik bu tür terör saldırılarını en sert biçimde kınıyorum. Diplomatları ve sivilleri hedef alan bu saldırılar, hiçbir şekilde haklı görülemez. Yaşadığım şoku anlatmama imkan yok. Bu, kesinlikle kabul edilemez” diyerek olayı bireysel olarak kınamıştır. ABD ise12 Haziran 2014’te olayı en güçlü şekilde kınadığını açıklamakla yetinmiştir.

IŞİD Rehine Krizi, üzerinde bir çeşit “uzlaşı” sağlanarak çözülmüştür. Dış basında bu uzlaşının Türkiye’nin elinde bulundurduğu İŞID militanları karşılığında örgüt ile pazarlık edilerek -50 kişinin örgüte teslim edilmesi- sağlandığı düşünülmektedir. Zira IŞİD militanları Türkiye sınırının hemen yakınında rehineleri MİT’e teslim etmiştir. Olayda,  sonucun niteliği itibariyle bir uzlaşı sağlanmış; ancak konsolosluk çalışanları Türkiye’ye getirilmiş olmasına rağmen krizin sonucunun niteliği belirsiz kalmıştır. Çünkü kriz sonrasında Musul Başkonsolosluğu boşaltılmış ve kriz sonrası dönemde ilişkiler de bir önceki döneme geri dönmemiştir. Çünkü kriz sonrası evrede bunun sağlanabilmesi için teorik olarak IŞİD’in Musul işgalinden önceki güne geri dönülmesi gerekmektedir. Bu da reel düzlemde mümkün değildir.   Ayrıca Türkiye’nin rehineleri geri almasıyla krizin sona ermekle birlikte, Musul’daki IŞİD işgali devam etmiştir.

Türkiye IŞİD Rehine Krizi’nde muhatap farklılığı nedeniyle özgün bir değerlendirme yapmaya yönelmiştir. Bu kapsamda rehineleri elinde tutan IŞİD birimlerinin yapısı, daha önceki rehine olaylarındaki davranışları, söz konusu gruplara söz geçirebilen aşiret ve kişilerle detaylı bir çalışma yapma yolunu seçmiştir. İlk 2 gün içinde kurtarma gerçekleştirilemediği için rehinelerin kurtarılmasında sürenin uzama ihtimali öngörülmüştür. Kriz döneminde bölgede yaşanan çatışmalar, ABD’nin öncülük ettiği IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon girişimleri, IŞİD açısından 49 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının serbest bırakılmasını, rehin tutulmasından daha avantajlı hale getirmiştir. Bu nedenle koalisyon güçlerinin IŞİD’e karşı giriştiği hava operasyonu rehinelerin serbest bırakılmasında etkili olmuştur.  Ayrıca IŞİD’in özellikle Kürt gruplarla çatışmaları, serbest bırakma koşullarının oluşmasını geciktirmiştir.

 


[1] “Arınç: Rehinelerle İrtibatımız Var”, Cumhuriyet, [16.06.2014].

[2] “El Kaide’ye bağlı örgüt Ramadi ve Felluce’yi aldı”, Milliyet, 3 Ocak 2015.

[3] “Irak’ta IŞID İlerleyişi: 8-15 Haziran 2014 Irak Bülteni”, http://improkul.impr.org.tr/?p=2888, [27.03.2015].

[4] Aynı gün Suriye’de Musul’a bağlı Gavyera ilçesinde 31 Türk TIR şoförü IŞİD tarafından kaçırıldı “Dışişleri: Irak’ta 80 Türk Rehin”,Hürriyet, 11 Haziran 2014.

[5] Ahmet Davutoğlu, @Ahmet_Davutoğlu, twitter hesabı, 10 Haziran 2014.

[6] No: 196, “11 Haziran 2014, Musul’daki Başkonsolosluğumuz Yerleşkesine Gerçekleştirilen Baskın Hk.”, http://www.mfa.gov.tr/no_-196_-11-haziran-2014_-musul_daki-baskonsoloslugumuz-yerleskesine-gerceklestirilen-baskin-hk_.tr.mfa [27.03.2015].

[7] Uğur Ergan, “NATO’da ‘Musul’ toplantısı”, Hürriyet, 12 Haziran 2014.

[8] “İşgal İnfiali”,Hürriyet,  12 Haziran 2014.

[9] “Bülent Arınç’tan ilginç çıkış”,Hürriyet, 13 Haziran 2014.

[10] “Hedefleri Türkiye değil”,Hürriyet, 14 Haziran 2014.

[11] Ramazan Yavuz ve Felat Bozarslan ,“Türk rehineler için Erbil’den zırhlı araçlar gönderildi”, Hürriyet, 14 Haziran 2014

[12] Ümit Çetin, “Durum IŞİD Ötesi”, Hürriyet, 16 Haziran 2014.

[13] “Arınç: Rehinelerle irtibatımız var”,Hürriyet, 16 Haziran 2014.

[14] Deniz Zeyrek, “Dakika dakika uydudan izledi”, Hürriyet, 21 Eylül 2014.

[15] Deniz Zeyrek, “Dakika dakika uydudan izledi”, Hürriyet, 21 Eylül 2014.

[16] “Türk rehineler nasıl serbest bırakıldı?”, http://www.takvahaber.net/guncel/turk-rehineler-nasil-serbest-birakildi-h9846.html, [29.03.2015].

[17] “Davutoğlu müjdeli haberi Bakü’de verdi”, AA, 20 Eylül 2014.

[18] “Arınç: Burunları bile kanamadan getirildiler”, AA, 20 Eylül 2014.

[19] George, Alexander L. George, “Strategies for Crises Management”, Avoiding War, ed: Alexander George,  (USA: Westwiev Press, 1991): 382.

[20] George, “Strategies for…”, 380.

[21] Benzer bir stratejinin Suriye’de IŞİD militanları tarafından kaçırılan gazeteci Bünyamin Aygün için de uygulandığı bilinmektedir. Bkz. Bünyamin Aygün, IŞİD’in Elinde 40 Gün, (İstanbul: Doğan Kitap, 2015) içinde Serpil Çevikcan, “Bünyamin Nasıl Kurtarıldı?”, 14.

 Ayşe KÜÇÜK

Ayşe KÜÇÜK

YAZAR

10.26513-tocd.486020-744189-1.pdf

×

10.26513-tocd.486020-744189-1.pdf

×