Krizlerin Sonuçlanması

Dış politika krizleri sonuçları bakımından aşağıdaki profili ortaya çıkarmaktadır. Hâlihazırda sürmekte olan ve uyuyan/uyutulan dış politika krizleri bir yana bırakılır ise 34 dış politika krizinden büyük çoğunluğunda kriz ya Türkiye’nin temel hedef, değer ve önceliklerini gerçekleştirecek şekilde sonlanmış veya krizin tarafları uzlaşarak krizi sonlandırmıştır. 12 dış politika krizinde elde edilen sonuç Türkiye’nin temel değer, öncelik ve çıkarlarını tam anlamıyla gerçekleştirecek şekilde sonuçlanmıştır. Bu krizlerde Türkiye’nin hasmına göre daha fazla yarar sağlayarak krizi sonlandırdığı görülmektedir. 4 krizde ise krizin tarafları müzakere ve/ya pazarlıklarında her iki tarafı da memnun eden bir çözümde uzlaşabilmişlerdir.


Tablo 25: Türkiye Bakımından Dış Politika Krizlerinin Sonlanması-1

SONUCUN NİTELİĞİ

KRİZLER

   

ÜSTÜNLÜK SAĞLAYICI

1926 BOZKURT LOTUS 

1967 KIBRIS II 

1998 SURİYE – ÖCALAN KRİZİ 

1929 KÜÇÜK AĞRI 

1973 -1976 KITA SAHANLIĞI 

1991 NAHÇİVAN KRİZİ 

1936 SANCAK KRİZİ 

1974 KIBRIS III 

1987 KITA SAH. KRİZİ 

1964 KIBRIS I 

1968-1973 AFYON KRİZİ  

1997 S300 FÜZE KRİZİ 

UZLAŞI

1924 MUSUL KRİZİ  

1988 -1991 IRAKLI SIĞINMACILAR KRİZİ 

1996 KARDAK KRİZİ 

   

2014 IŞİD REHİNE KRİZİ 

ZIMNİ UZLAŞI

1989 BULGARİSTAN GÖÇÜ  

2003 SÜLEYMANİYE BASKINI 

1964 JOHNSON MEKTUBU 

1989-1990 BATI TRAKYA KRİZİ 

1992 TCG MUAVENET KRİZİ 

1935 BULGARİSTAN KRİZİ 

1955 6-7 EYLÜL OLAYLARI 

1981 LİMNİ KRİZİ  

1974-1979 NOTAM-FIR 

 

1958 IRAK KRİZİ 

1957 SURİYE 

KRİZ HALİ DEVAM EDİYOR

2003 DOĞU AKDENİZ MEB 

2010 MAVİ MARMARA 

2011 SURİYE KRİZİ 

BELİRSİZ

1942 STRUMA KRİZİ 

1945 SOVYET TALEPLERİ 

1994-1995 EGE DENİZİ KRİZİ 

YENİLGİ

 

 

 

11 krizde ise taraflar arasında krizi sonlandıracak “uzlaşı” resmi açıklamalara dayandığı veya krizi tetikleyen eylem, davranışta ısrar edilmediği için zımni bir uzlaşı söz konusudur. Aslında zımni uzlaşıda krizin taraflarından herhangi birinin beklentilerinin tam anlamıyla diğerine kabul ettirilebilmiş olmasından çok da söz etmek mümkündür. Deyim yerindeyse bu karşılıklı meydan okumada bir tür “pata” hali söz konusudur. Türkiye’nin dış politika krizlerinin sonuçları bakımından tartışmalı bir nokta uyutulan krizler açısından ortaya çıkmaktadır. 1981 Limni Krizi, 1992 TCG Muavenet Krizi ve 2003 Süleymaniye Baskını Krizi aslında “uyutulan kriz”lerdir. Bu krizlerde Türkiye’nin krizi tetikleyen olaya tepkisine bakıldığında Türkiye’nin krizi tırmandırmayı çıkarları açısından uygun görmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir anlamda krizin kaldığı yerden yeniden tekrarlanması ihtimali ve/ya yatay bir krizi tetiklemesi olasılığı vardır. Karar alıcının algısında söz konusu krizlere ilişkin uyuşmazlık noktalarında tatminkâr bir pazarlık, müzakere, uzlaşı yaratılabilir ise bu krizlerin de sonlandırılabilmesi sağlanabilecektir. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde Muavenet ve Süleymaniye Baskını ile ortaya çıkan kriz taraflar arasında yapılan sivil-asker müzakerelerinde ele alınarak bir ortak zemin bulunmuştur. Dolayısıyla bu krizlerin sonunda Türkiye sonucu kabullenmekle aslında yenilgiye uğramıştır. Dikkat çekici nokta her üç krizin de askeri güvenlik boyutunun yanı sıra ve krizi tetikleyen eylemin askeri niteliğe sahip olmasıdır.

Dış Politika Krizlerinin Sonlandırılmasında Başvurulan Yöntemler

Dış politika krizlerinin sonlandırılmasında nasıl bir yönteme başvurulduğu ise Tablo 26’da açıklanmaktadır. Buna göre 7 krizde Türkiye kriz sürecini hasmı ile yapmış olduğu resmi bir anlaşma ile sonlandırmıştır. Bu anlaşmalardan dördü sınır ve statü belirleyen anlaşma olduğu için ayrıca önemlidir; Musul, Hatay, Küçük Ağrı ve Lotus-Bozkurt krizlerinde taraflar aralarında kabul ettikleri anlaşma ile bir statü ortaya çıkartmışlardır. 1976 kıta sahanlığı krizini sonlandıran Bern Anlaşması taraflar arasında bir tür moratoryum oluşturmuştur. Her iki ülke de sınırlandırma anlaşması yapılacağı zamana kadar karasuları dışında kıta sahanlığı faaliyetine girişmeyeceklerdir. 1974 Kıbrıs Krizi’ni sonlandıran ise savaşan taraflar arasında kabul edilen ateşkes anlaşmasıdır. Bu ateşkes anlaşması Kıbrıs Rumları ile garantör Türkiye arasındaki askeri çatışma halini durdurmuştur. 1974’ten günümüze Kıbrıs sorununa bir kalıcı çözüm üzerinde anlaşılamamış olmasına rağmen Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında ateşkesi onulmaz bir şekilde bozacak bir ihlal durumu söz konusu olmamıştır. BM Barış Gücünün kontrolünde olan ara bölge ve sınırı aşmaya yönelik kimi sivil girişimler ise kısa süreli gerginlikler doğurmuş ancak askeri çatışmalara dönüşmemiştir. 1998 Suriye-Öcalan Krizi’nde ise krizi sonlandıran resmi anlaşma taraflar arasında imzalanan Adana Protokolü olmuştur. Bu protokol ile Suriye, topraklarında Türkiye aleyhinde faaliyetlere destek olmama, barındırmama yükümlülüğü altına girdiği gibi gerektiği durumlarda Türkiye’nin Suriye toprakları üzerinde incelemelerde bulunmasına da rıza göstermiştir. Ancak 2010 sonrası Türkiye-Suriye ilişkilerinin seyrinin değişmesi Adana Protokolü’nün yeni süreçte işlerliğini ortadan kaldırmıştır.

Tablo 26: Türkiye Bakımından Dış Politika Krizlerinin Sonlanması-2

SONUCUN ŞEKLİ

KRİZLER

   

RESMİ ANLAŞMA

1924 MUSUL KRİZİ  

1936 SANCAK KRİZİ 

1998 SURİYE – ÖCALAN KRİZİ 

 

1926 BOZKURT LOTUS 

1973 -1976 KITA SAHANLIĞI 

 

 

1929 KÜÇÜK AĞRI 

1974 KIBRIS III 

 

YARI RESMİ ANLAŞMA

     

TEK TARAFLI ANLAŞMA

     

TEK TARAFLI DEKLARASYON

1945 SOVYET TALEPLERİ 

1967 KIBRIS II 

1991 NAHÇİVAN KRİZİ 

 

1955 6-7 EYLÜL OLAYLARI 

1988 -1991 IRAKLI SIĞINMACILAR KRİZİ 

1997 S300 FÜZE KRİZİ 

 

1964 KIBRIS I 

1989 BULGARİSTAN GÖÇÜ  

 

KARŞILIKLI DEKLARASYON

1957 SURİYE 

1987 KITA SAH. KRİZİ 

1974-1979 NOTAM-FIR 

 

   

1996 KARDAK KRİZİ 

KRİZ HALİ DEVAM EDİYOR

2003 DOĞU AKDENİZ MEB 

2010 MAVİ MARMARA 

2011 SURİYE  KRİZİ 

ZAMANLA UNUTULMA

1942 STRUMA KRİZİ 

1968-1973 AFYON KRİZİ  

1992 TCG MUAVENET KRİZİ 

 

1935 BULGARİSTAN KRİZİ 

1981 LİMNİ KRİZİ  

1994-1995 EGE DENİZİ KRİZİ 

 

1964 JOHNSON MEKTUBU 

1989-1990 BATI TRAKYA KRİZİ 

2003 SÜLEYMANİYE BASKINI 

 

1958 IRAK KRİZİ 

 

 

BELİRSİZ

2014 IŞİD REHİNE KRİZİ 

   

Sekiz dış politika krizinde ise Türkiye’nin muhatabı durumundaki aktörün kriz sürecini yumuşamaya dönüştüren açıklamaları ile kriz sonlandırılmıştır. Taraflar arasında resmi-yarı resmi bir anlaşma imzalanmamış olmasına rağmen hasmın Türkiye’nin beklentilerini tatmin eden bir açıklama yapmış olması yumuşamayı ve krizin sonlandırılmasını mümkün kılmıştır. 3 krizde ise yumuşama sürecini başlatan ve/ya krizi sonlandıran açıklama tarafların ortak iradesini yansıtmıştır. 1957 Suriye, 1987 Ege Denizi Kıta Sahanlığı, 1974-1979 NOTAM-FIR krizlerinde taraflar karşılıklı olarak yaptıkları açıklamalarda krizi tetikleyen davranışlarında ısrar etmeyecekleri veya bu istemlerine son vereceklerini dillendirmişlerdir. Dolayısıyla bir anlamda statüko öncesi duruma geri dönülmesi sağlanmıştır.

Dış politika krizlerinden 10’unda ise krizin sonlanması zamana yayılarak unutulması şeklinde gerçekleşmiştir. Yumuşama sürecini başlatan girişimlerin ardından taraflar arasındaki gerilim, tırmanma ve stresin düzeyindeki azalmaya koşut olarak kriz tarafların gündeminde giderek daha az yer alamaya, dillendirilmeye başlanmıştır. Kimi zaman Türkiye özelinde iç ve dış politikanın gündeminde yer alan başka konuların daha fazla önemsenmesi unutulma sürecinin işleyişini kolaylaştırmıştır. 3 krizde ise kriz hali devam etmektedir. Bu krizler içerisinde tarafların kriz halini sonlandırmaya dönük açıklamalar yaptığı Mavi Marmara Krizi açıklamalara rağmen hâlihazırda hala tam olarak sonlandırılabilmiş değildir. Resmi açıklamalarda iki ülke arasındaki ilişkilerde yaşanan gerilim ve stresi sonlandırmaya yönelik bir irade yansıtılmış olsa da krize yol açan olay sırasında sivillerin öldürülmesi ve mağdurların ailelerinin açmış oldukları davaların sürmekte oluşu en büyük engel olarak devletlerin karşısına çıkmaktadır. Sonucun niteliği bakımından değerlendirildiğinde 1945 Sovyet Talepleri Krizi’nde taraflardan herhangi birinin açık bir başarısından daha çok bir belirsizlik vardır. Bu belirsizliğin yaratmış olduğu algısal güvensizlik büyük ölçüde 1953 yılına değin sürmüştür. Stalin’in ölümü ardından Kruşçev’in Stalin dönem taleplerinden vazgeçtiğini, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı arzuladıklarını açıklaması kriz sonrası evreyi şekillendirmiştir. Türkiye açısından bir “başarı”dan söz etmek mümkün müdür? Türkiye kriz sürecinde Sovyetler Birliği’nin taleplerini büyük ölçüde kendi kapasitesi ve siyasi iradesi ile göğüslemiştir. Yürütmüş olduğu diplomatik-siyasi girişimler sonucunda Sovyetler Birliği’ne karşı bir asimetrik güç dengesi elde etmiş olması bir başarı olarak kabul edilebilir. Ancak bunun sonucunda Sovyetler Birliği “öteki”leştirildiği gibi yapılan tercih özerk dış politikanın da sonunu getirmiştir. Diğer yandan 2014 IŞİD Rehine Krizi’nde terör örgütüyle yapılan yarı-resmi ve/ya resmi olmayan pazarlıklar sonucunda taraflar arasında bir mutabakatın sağlanmış olması söz konusudur. Bu durumu zayıf bir yarı-resmi anlaşma olarak kabul etmek mümkündür. Çünkü bu pazarlık sonucunda rehinelerin sağsalim Türkiye’ye teslimi karşılığında Türkiye’nin de elinde bulunan tutuklu IŞİD militanlarını örgüte teslim ettiğine dair basında haberler yer almıştır.

 

Kriz Sonrası Durum

Dış politika krizlerinde yumuşamanın ardından oluşan kriz sonrası evrede nasıl bir durum oluşmaktadır? Kriz analizi bakımından aslında kriz sonrası evre taraflar arasındaki ilişkilerde krizin nasıl bir etki yarattığının gözlenmesine olanak verir. Krizin yaratmış olduğu etki dikkate alındığında eğer kriz yönetim süreci sonunda taraflar diplomatik, siyasi, hukuksal araç ve yöntemlerle uyuşmazlık yaratan konuya tatminkâr bir çözüm üretmişse kriz sonrası evrede taraflar arasında “normal” ilişki düzey yakalanmış demektir. Ancak pek çok krizde aslında bu durum istisna oluşturur. Taraflar krizi tetikleyen davranış sonrasında kriz yönetim süreciyle beraber yumuşamayı başlatarak kriz yönetim sürecinde tırmanmanın önüne geçebilmiş olsalar da uyuşmazlığın kendisini ortadan kaldıracak girişimleri gerçekleştiremezler. Dolayısıyla bu durumda kriz sonlandırılmış olmasına rağmen uyuşmazlık-çatışma hali sürer.

Tablo 27: Türkiye Bakımından Dış Politika Krizlerinde Kriz Sonrası Durum

KRİZ SONRASI DURUM

KRİZLER

   

STATÜKO ANTE

1955 6-7 EYLÜL OLAYLARI 

1968-1973 AFYON KRİZİ  

1994-1995 EGE DENİZİ KRİZİ 

 

1957 SURİYE 

1987 KITA SAH. KRİZİ 

1997 S300 FÜZE KRİZİ 

 

1958 IRAK KRİZİ 

1989-1990 BATI TRAKYA KRİZİ 

 

STATÜKO ANTE +

1988 -1991 IRAKLI SIĞINMACILAR KRİZİ 

1991 NAHÇİVAN KRİZİ 

2014 IŞİD REHİNE KRİZİ 

 

1989 BULGARİSTAN GÖÇÜ  

1996 KARDAK KRİZİ 

 

ANLAŞARAK YENİ STATÜ

1924 MUSUL KRİZİ  

1929 KÜÇÜK AĞRI 

1973 -1976 KITA SAHANLIĞI 

 

1926 BOZKURT LOTUS 

1936 SANCAK KRİZİ 

1998 SURİYE – ÖCALAN KRİZİ 

ZIMNİ YENİ STATÜ

1935 BULGARİSTAN KRİZİ 

1964 JOHNSON MEKTUBU 

1974-1979 NOTAM-FIR 

 

1945 SOVYET TALEPLERİ 

1967 KIBRIS II 

1981 LİMNİ KRİZİ  

 

1964 KIBRIS I 

1974 KIBRIS  III 

 

KRİZ HALİ DEVAM EDİYOR

2003 DOĞU AKDENİZ MEB 

2010 MAVİ MARMARA 

2011 SURİYE  KRİZİ 

BELİRSİZ

1942 STRUMA KRİZİ 

1992 TCG MUAVENET KRİZİ 

2003 SÜLEYMANİYE BASKINI 

Türkiye’nin dış politika krizleri dikkate alındığında aşağıdaki tablo 26’dan da görüleceği üzere bazı krizler uyuşmazlığın da çözüldüğü ve tarafların yeni bir statü kurmak konusunda anlaşmış olduğu krizlerdendir. Tarafların kriz sonrasındaki statü konusunda anlaşmış oldukları krizlerin sayısı 6’dır. Bu krizler sonlandırırken taraflar arasında bir resmi anlaşma ile yeni bir statü yaratılmıştır. Sekiz dış politika krizinde ise kriz sonrası evrede krizi tetikleyen gelişmenin öncesine, yani uyuşmazlık-çatışma evresine geri dönülerek krizin daha fazla tırmanmasının önüne geçilebilmiştir. Bu krizlerden bazılarının yatay veya dikey tırmanma yoluyla tekrarlanma olasılığı bulunmakla birlikte savunmacı tarafın kararlılık ve azminin yeniden tırmanmanın önünde engel oluşturduğu görülmektedir. 1987 Ege Denizi Kıta Sahanlığı Krizi, 1997 S-300 Füze Krizi bu türden krizlere örnektir. Tetikleyici eylem öncesinde taraflar arasında kabul edilmiş statüyü tek yanlı bir eylemle değiştirme girişiminin başlattığı kriz sonrasında ihlali gerçekleştiren taraf ihlal girişiminden geri adım atarak statüko öncesi duruma geri dönmüştür. Beş krizde ise yine statüko öncesi duruma geri dönülmüş olmakla birlikte taraflar arasındaki ilişki düzeyi ve uyuşmazlığın niteliği özelinde bir farklılaşma söz konusudur. Bu durum ne tam bir yeni statüdür ne de açık bir anlaşma ile gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte taraflar kriz sonrasında tetikleyen eylem/girişimin öncesine dönmeyi kabul etmiştir. Yeni durum ise taraflara krizin odağındaki uyuşmazlık konusunda artık öncesinden farklı bir pozisyonda olmayı dayatmaktadır. Örneğin Kardak krizinde krizi tetikleyen eylem Yunanistan’ın Kayalıklara asker çıkartmasıdır ve krizi sonlandıran zımni uzlaşı kayalıklardan askerin geri çekilmesi üzerinedir. Taraflar eş zamanlı olarak askerini Kayalıklardan çekmiş olmasına rağmen fiili durumu yaratan Yunanistan askerini çekmekle Kayalıklar üzerindeki egemenlik iddiasını tartışmalı hale getirmiş, deyim yerindeyse “gri bölge” olduğunu kabullenmiştir. 1991 Nahçivan Krizi’nde ise Ermenistan Nahçivan’ı işgal ederek bir oldu-bitti yaratmak istemiş, Türkiye’nin uyguladığı zorlayıcı diplomasi sonucunda Nahçivan’ın özerk bölge olduğunu kabullenerek işgali sonlandırmak zorunda kalmıştır. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin Nahçivan’ın statüsünün ihlali söz konusu olduğunda müdahalede bulunabileceği gerçeği kabullenilmiştir. Dolayısıyla kriz öncesinde Türkiye’nin askeri müdahalede bulunabileceği olasılığı muğlak iken kriz sonrasında bunun gerçekliği ortaya çıkmıştır.

Sekiz dış politika krizinde ise kriz sonrası zımni bir yeni statü oluşmuştur. Buna göre taraflar krizi sonlandırmış olmakla birlikte aralarında yeni statüyü kabullenmiş olduklarını gösteren resmi-yarı resmi bir anlaşma yapmayı başaramamışlardır. Bununla birlikte yeni statüyü aşındıracak veya sorgulayacak yeni bir meydan okuma için ya istekleri veya kapasiteleri henüz oluşmadığı için zımni statüyü kabul etmektedirler. Dolayısıyla kimi krizlerde zımni statüyü kendi yararına değiştirebileceğini düşünen saldırgan tarafın yeniden bir meydan okumaya girişerek krizi yatayda veya dikeyde tırmandırmaya çalışması da olasılıklar içerisindedir. Nitekim Kıbrıs krizlerinde olduğu gibi Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan 1964 sonrasında krizin sonlanması ile oluşan durumu bir süre sonra yeniden değiştirmeye girişmiş ve yeni bir kriz doğmuştur. 1981 Limni Krizi dikkate alındığında ise Türkiye’nin krizi uyutmayı kabul etmiş olması oluşan zımni statüden memnun olduğu anlamına gelmemektedir. Hâlihazırda adaların silahsızlandırılmış statüsünün ihlalini kabul etmediğini gösteren girişimlerini diplomatik, siyasi ve askeri platformlarda sürdürmektedir.

1935 Bulgaristan Krizi’nde ise Bulgaristan’ın Türkiye’nin Trakya Bölgesi’ni silahlandırma girişimine göstermiş olduğu tepkiyi Türkiye’nin bu ülkeye güvence vermesine rağmen giderememiş olması Bulgaristan’ı iknaya yetmemiştir. Bulgaristan’ın Balkan Antantı’na katılmayı kabul etmemesi sonucunda Balkanlar’da kamplaşmanın izleri keskinleşmiştir. Türkiye ve Yunanistan statükocu eksende yer alırken Bulgaristan revizyonist eksende ilişkilerini geliştirmeyi tercih etmiştir.