Uluslararası sistemde devletler arasındaki ilişkilerin geniş bir yelpazede seyrettiği dikkate alınırsa zaman zaman devletler arasında ortaya çıkan çatışmacı ilişkilerin tırmanarak krize hatta savaşa dönüşmesi mümkündür. Genel olarak kriz durumlarında devletlerin sistem içerisindeki temel karakteristik özelliklerini yansıtacakları davranışlarını gözlemlemek mümkündür. Çatışma riskinin bulunmadığı ve/ya düşük seviyede seyrettiği bir durumda devletler arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin olarak karar alıcının acil, kesin ve sonuç alıcı karar vermesi için bir neden bulunmaz. Dış politika karar alıcıları zaman baskısı ve stres içirisinde bulunmadıklarından böylesi durumlarda şiddet/kuvvet kullanma seçeneklerini de içeren çözümler yerine daha diplomatik-siyasi çözümler üzerine odaklanırlar. Oysa çatışma ve kriz durumlarında, kriz ihtimalinin yükseldiği durumlarda karar alıcıların olaya ilişkin kararları stres altında ve zaman baskı ile vermeleri gerekir. Dolayısıyla krizler karar alıcıların olduğu kadar devlet bürokrasisinin yönetim fonksiyonlarını öğrenmemiz açısından öğreticidir. Diğer bir deyişle kriz durumlarındaki davranışlarına ve işleyişine bakılarak bir devletin dış politika karar verme süreci, genel özellikleri kolaylıkla analiz edilebilir.
Bu açıdan Uluslararası İlişkiler yazınında son yıllardaki değişime koşut olarak mikro-makro / dış politika-uluslararası / yerel-ülkesel-bölgesel-uluslararası ölçeklendirmelerle krizler incelenmekte ve krizlerin önlenmesine yönelik olduğu kadar krizlerin ortaya çıkışı ile birlikte yönetilebilir olmasına ilişkin akademik çalışmalar yapılmaktadır. Krizlerin daha çıkmadan önlenebilmesi, ortaya çıktıktan sonra ise krizlerin çatışma ve savaşa döneüşmeden önlenebilmesi için farklı parametrelerden hareket eden analizler, yaklaşımlar söz konusudur.
Bu bağlamda asıl üzerinde durulması gereken savunmacı niteliği ile bir kriz yönetim anlayışının nasıl kurgulanabileceği ve daha krizler yaşanmadan bunları önleyebilecek yapısal önlem ve araçların hazırlanması konusudur. Kuşkusuz bu durum ülkeden ülkeye, aktörden aktöre değişiklik gösteren bir özelliktir. Biz de bu çalışmamızda Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi dış politikasını esas alarak 90 yıllık bir süreç içerisinde yaşamış olduğu dış politika krizlerini inceleyerek bir dış politika kriz yönetim kültürüne sahip olup olmadığını araştıracağız. Bu bağlamda Türkiye’nin kriz yönetim kültürünün iki önemli ayağının olduğu görülmektedir. Birincisi doğrudan kendisinin taraf olduğu “dış politika” krizleri diğeri ise doğrudan tarafı bulunmadığı, kendisinin dışında başlayan ve diğer uluslararası aktörlerle birlikte müdahil bulunduğu “uluslararası” krizler.
Bu ayrım kuşkusuz kavramsal ve yöntemsel açıdan bazı varsayım ve açıklamaların yapılmasını da zorunlu kılmaktadır. Çalışmamız ilerledikçe bu konudaki görüşlerimizi paylaşmayı sürdüreceğiz….
Fuat Aksu