Kriz analizine ilişkin süreçler açısından ele alındığında krize kaynaklık eden söylem ve/ya eylemin dayandığı ilişki sürecini incelemek gerekmektedir. Taraflar arasındaki ilişkilerin görece "normal" sayılabileceği aşamadan ilişkileirn seyrinde değişikliklerin gözlemlendiği aşamaya geçilirken dikkat çekici iki ara dönem görülmektedir. Bunlardan ilki "uyuşmazlık dönemi" olarak adlandırabileceğimiz dönemdir. Bu dönemde iki taraf arasında herhangi bir konuda çıkan görüş ayrılığı tarafların konuya yüklemiş oldukları anlam ve önem çerçevesinde bir uyuşmazlığa dönüşebilir. Bu aşamada daha henüz taraflar arasında diplomatik-siyasi iletişim kanalları kullanıldığından konunun taraflar arasında bir uzlaşı ile çözülme olasılığı vardır. Tarafların konuyu ele alırken risk, tehlike ve tehdit algıları açısından henüz kontrol altında tutabildikleri bir süreç işlemektedir. Bu süreçte eğer tarafların görüşleri ortak bir zeminde buluşturulamaz ise ilgili konuda tarafların uyuşmazlık içerisinde olduğundan söz edilebilir. Taraflar arasında ortaya çıkan uyuşmazlık nedeniyle bir gerilimden söz edilebilse de bu gerilimin ilişkilerin bütününü olumsuz etkilemesinin önüne geçilebilir. Ancak süreklilik ve tekrarlama özelliğine sahip uyuşmazlıkların olduğu durumlarda her yeni uyuşmazlık konusu tarafları hem çatışmaya hem de krizlere daha duyarlı hale getirebilir.
Dolayısıyla özellikle uzun erimli ve zamana yayılmış bir uyuşmazlığın döngüselliği içerisinde yeni çatışma konularının ortaya çıkması mümkündür. Aynı şekilde daha önce var olan uyuşmazlıklara ek olarak bambaşka konularda yeni uyuşmazlıkların ortaya çıkması da mümkündür.
Uyuşmazlık Çözümü (Dispute Resolution / Dispute Settlement) ilişkilerin bu aşaması ile ilgilidir.
Bir diğer aşama ise uyuşmazlık yaşanan konuda taraflardan biri veya her ikisinin söylemsel düzeydeki savlarını fiiili eylemlerle destekleme kararını almasıyla ortaya çıkan "çatışma dönemi"dir. Çatışma kavramı bir askeri sıcak çarpışmayı çağrıştırsa da aslında bu aşamada taraflar arasında doğrudan askeri bir çarpışmanın olması her zaman gerekmez. Uyuşmazlığın çatışmaya dönüşmesine yol açan sözsel ve/ya eylemsel bir davranış/tetikleyici gelişme (trigger) bulunur. Bu tetikleyici olay dolayısıyla taraflar arasındaki gerilim bir üst düzeye yükselmiş olur ki bu düzey çatışma düzeyidir. Çatışma aşamasında taraflar askeri olan – askeri olmayan pek çok araç ve yöntemi kullanarak temel tezlerini desteklemeye, bu konuda ne denli kararlı olduklarını karşı tarafa göstermeye hatta karşı tarafı turum ve tezlerinden caydırmaya çalışabilir.
Doğaldır ki çatışma aşamasında taraflar arasındaki ilişkilerin genel seyrinde gerginlik düzeyi yüksektir; tarafların tercih ettikleri stratejilere bağlı olarak gerginliğin krize hatta sıcak bir çarpışmaya/savaşa dönüşme riski yüksektir.
Çatışma Çözümü (Conflict Resolution / Conflict Management) ilişkilerin bu aşaması ile ilgilidir ve tarafları diyalog ve barışçıl çözüm yöntemlerine uygun hareket etmeleri konusunda cesaretlendirerek çatışmayı, uyuşmazlığı, sorunu çözmeyi hedefler.
Herhangi bir uyuşmazlık alanının çerisinde bir veya birden fazla çatışma konusunun ortaya çıkması mümkündür. Dolayısıyla bu çatışma konularında tarafların görüşlerini birbirine yaklaştırmak ve kabul edilebilir bir müzakere sürecini ortaya çıkartmanın mümkün olmadığı bir süreçte tarafların herhangi birinin neden olduğu ve/ya başlattığı bir eylem (trigger) dolayısıyla ilişkilerdeki gerilim yükselir ve karar alma açısından taraflara aşırı bir stres yükleyen, askeri çarpışma olasılığını da göndeme getiren bir kriz hali ortaya çıkar.
Kriz yönetimi açısından değerlendirildiğinde aslında temel amaç krizin tarafları arasında sıcak bir çarpışmayı, savaş olasılığını ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte kriz yönetimi stratejilerinde askeri yöntemlerin tamamen devreden çıkartılmış olduğu da söylenemez. Nitekim gerek saldırgan gerekse savunmacı karakterde olsun kriz yönetim stratejilerinin başarı şansını arttıran unsur diplomasinin arkasında caydırıcı ve ikna edici bir kuvvet kapasitesinin bulunmasıdır.
Uyuşmazlık, çatışma ve kriz yönetim süreçleri açısından yapılacak bir başka değerlendirme ise bu üç aşamanın birbirlerini bütünüyle ortadan kaldırmadığına ilişkindir. Her bir aşamadan bir diğerine geçişi tetikleyen, kolaylaştıran veya hızlandıran bir gelişme (söz ve/ya eylem) gözlemlenebilir. Gerilimin yoğunluğunu arttıran bu gelişme dolayısıyla taraflar seçenekleri ve başvuracakları araç ve yöntemler açısından diplomatik-siyasi düzlemden askeri düzleme doğru yönelmeye başlarlar. Uyuşmazlık döneminde tarafların askeri yöntem ve araçlara başvurma olasılığı düşükken kriz aşamasında bu olasılık daha da artmıştır. Dolayısıyla özellikle dış politika krizlerinde kriz aşamasında karar alıcıların üzerinde ciddi bir stres yükü vardır. Bir yandan krizi savaşa varmadan çözmek diğer yandan uygun barışcıl araç ve yöntemlerle ulusal değer, çıkar ve öncelikleri koruyabilmek karar alıcının çok sayıda bağımlı-bağımsız değişkeni dikkate alarak karar vermesini gerektirir.