2003 Süleymaniye Krizi

Özet 

Türkiye’nin Kuzey Irak’taki faaliyetlerinin ABD tarafından bir problem olarak görülmesi sonucunda ortaya çıkan Süleymaniye Krizi, o güne kadar müttefik iki ülke arasında yaşanmış olan en büyük dış politika krizi olmuştur. Kriz, “çuval olayı”  biçiminde isimlendirilerek basına yansımıştır. Her ne kadar ABD’nin Irak harekatına 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesinden ötürü doğrudan katkı sunmasa da Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerinin ABD’nin çıkarlarına aykırı olarak görülmesi,  hem müttefiklik ilişkileri hem de halklar arasında büyük bir tepkiye neden olmuştur. Krizin 4 Temmuz’da Türk askerilerinin başlarına çuval geçirilmek suretiyle ortaya çıkması, krizin tasarlanmış/kurgulanmış olduğu düşüncesini desteklemektedir. Ayrıca, Süleymaniye krizi TSK açısından ise kurumsal bir kriz örneğidir. Kriz, 4 Temmuz 2003’de başlamış; 7 Temmuz’da Türk askeri personeli serbest bırakılmıştır. 18 Temmuz’da Türk Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Sadık Ercan ile “çuval” operasyonunu gerçekleştiren Tümgeneral David Petraeus  arasındaki görüşme ile TSK ve ABD ortak faaliyet göstermek ve bilgi paylaşmak konusunda anlaştıklarını belirtmek mümkündür. Bu durumun Türkiyeli karar alıcılar tarafından da TSK’ya yönelik bir hareket olarak algılanması, olay sonrasında ABD’ye nota dahi verilmemesine ve krizin uyutulmasına neden olmuştur. Süleymaniye Krizi sonrası Türk-Amerikan ilişkilerindeki normalleşme ancak Başkan George W. Bush’un 24-27 Haziran 2004 tarihleri arasında gerçekleştirilen remi ziyareti ile sağlanmıştır. Krizin, 1 Mart Tezkeresi ile ilişkilendirilmesine neden olan; “ordunun oynaması gereken liderlik rolüne sahip çıkamadığı”nın altını çizen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in açıklamaları olmuştur. Ayrıca, Süleymaniye Krizi AK Parti/AKP hükümeti tarafından yönetilen ilk dış politika kriz olmuştur.


2003 Süleymaniye “Çuval” Krizi

ABD’nin ne zaman Irak’a saldıracağına yönelik tahminler 2002 yılının sonlarından itibaren yürütülmesine rağmen; aslında ABD’nin 1991 yılında başlayan savaşının belki de hiç bitmediğini söylemek yerinde olacaktır.[1]2002 Ağustos ayından itibaren ABD’de sunulan raporlara göre; Irak’ın kimyasal ve biyolojik silah tesislerini yeniden yapılandırdığı, Saddam’ın elinde 3200 ton kimyasal silahın bulunduğu, Irak’ın biyolojik savaş sistemlerine sahip olduğu ve nükleer tesislerinde çalışmalar yapıldığı vurgulanmıştır.[2]11 Eylül Saldırıları’nı büyük bir kırılma noktası olarak gören Bush yönetimi bu nedenle bütün dikkatini Irak’a yöneltmiştir.  29 Ocak 2002 tarihli Başkan Bush Kongre konuşmasında Irak’ı, Kuzey Kore ve İran ile birlikte “şer ekseni”[3] olduğunu ifade etmiş ve bu ülkeleri ABD’nin düşmanları arasında saymıştır. Ayrıca 1 Haziran 2002’de ilan edilen Bush Doktrini, ABD’nin “Amerikan çıkarlarını korumak, üstünlüğünü sürdürmek ve Amerikan ideallerini yaymak için ABD’nin sahip olduğu gücü kullanması” gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu kapsamda ABD’nin kendisine yönelik tehdit ortaya çıkmadan yok etmesi (pre-emtive war) gereği; küresel gücünü ve askeri üstünlüğünü sürdürmesi ve kendi ilkelerini bütün yaymasının bir görev olduğu vurgulamıştır.[4]Bu süreç Türkiye açısından Irak’ın sınır komşusu ve müttefiklik ilişkisi nedeniyle kuzeyden açılacak cephenin bir parçası olup olmamaya ilişkin bir karar alım süreci anlamına gelmektedir.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, 16-17 Temmuz 2002 tarihlerinde Ankara’ya gelerek “Türkiye katılsın ya da katılmasın Irak’a operasyonun kesin olarak düzenleneceğini ancak yine de Türkiye’nin desteğinin önemli olduğunu” belirtmiştir.[5]30 Temmuz’da ise ABD Ankara Büyükelçisi Mark Pearson, ABD’nin taleplerinin neler olabileceğini Türkiye’ye iletmiştir. Bu kapsamda İncirlik, Sabiha Gökçen, Muş, Batman, Diyarbakır, Malatya ve Silopi’deki üslerin ve askeri tesislerin yanı sıra İskenderun ve Mersin Limanları[6]’nın kullanılması talep edilmiştir.

Türkiye açısından Irak müdahalesi ise ABD ve İngiltere ile işbirliği fırsatını yeniden yakalamak, işgalden para kazanmak ve K. Irak’ta bir Kürt devletinin oluşumunu engellemek fikirleri üzerinden yaklaşılan bir nokta olmuştur. Türkiye, Körfez Savaşı’ndan ticari anlamda büyük zarar etmiş olması nedeniyle Irak müdahalesi için ABD’den 92 Milyar Dolar talep etmiş; ABD ise ancak 6 Milyar Dolar gibi bir rakam üzerinden gözden çıkarmıştır.[7]14 Ağustos’a gelindiğinde ABD’nin Türkiye’den muhtemel üs kullanmayı talep edeceği ve ittifakın gereği olarak bunu reddetmenin pek de mümkün olmadığı vurgulanıyordu. 26 Ağustos’ta ise ABD’nin stratejisinin güneyden Kuveyt kuzeyden ise Türkiye üzerinden Irak’a girmek ve Bağdat’ta buluşarak Saddam yönetimini devirmek olduğu Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’e iletildi.Erdoğan’ın henüz milletvekili ve dolayısıyla başbakan olmadığı dönemde, 10 Aralık 2002 tarihinde, ABD’ye gitmiş, başta Başkan Bush olmak üzere birçok üst düzey karar alıcı ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirmiştir. Bu görüşmelerde ABD’nin Irak’a müdahalesinde Türk askerinin de kullanılmasına yönelik ilk ipuçları ortaya çıktığı ve kimilerine göre Erdoğan, Bush’a askeri destek vermek konusunda söz vermiştir.[8]

Savaşın yaklaştığı dönemde, Irak harekatında ABD’nin Türkiye’den beklentisinin “tam ve sonuna dek işbirliği” olduğu ortaya çıktı. Bunun anlamı 80.000 asker ve 250 savaş uçağının Türkiye’de konumlandırılması, ayrıca çeşitli askeri üs ve tesislerin kullanılmasına izin verilmesidir.[9]Bu süreçte TBMM’den Türk askerlerinin yurtdışında askeri operasyon yapılmasına ilişkin görev tezkeresinin çıkartılması gerekmiştir. Bu süreçte tezkereye yönelik hazırlıklar devam ederken TBMM, 6 Şubat 2003’te Amerikan istihkam birliklerinin Türkiye’ye gelmesine izin vermiş; 10 Şubat’ta ise bir mutabakat muhtırası onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 11 Şubat’tan itibaren Amerikan birliklerinin Türkiye’ye gelmeye başladığı göz önünde bulundurulduğunda 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den kesinlikle geçirileceğini yönünde bir algının olduğu aşikardır.[10]24 Şubat’ta Bakanlar Kurulu’nda Türkiye’nin 25 bini Irak’a geçmek üzere 62.000 asker, 255 uçak ve 65 helikopterin kabul edeceğini belirten ve ABD’nin harekata başlamasıyla sayısı Genelkurmay tarafından belirlenecek sayıda Türk askerinin Irak’a girmesini sağlayacak tezkereyi imzaya açmıştır.[11]Oylama, 1 Mart 2003 günü gerçekleştirilmiştir. Kamuoyunda “1 Mart Tezkeresi” olarak bilinen “Yurtdışına Asker Gönderme ve Türkiye’de Yabancı Asker Bulundurma” tezkeresi için gerçekleştirilen oylamaya 533 milletvekili katılmış; 264 kabul, 250 ret, 19 çekimser oy kullanılmıştır. Kabul oyları salt çoğunluğa (267) ulaşamadığı için tezkere kabul edilmemiştir. AKP içerisinden 66 milletvekili tezkereye ret oyu verirken, 19 milletvekili çekimser oy kullanmıştır.[12]Tezkerenin reddedilmesi Türkiye, ABD ilişkilerinde önemli bir kırılma noktası olmuştur. Ancak bu sonucun ardından Türkiye ABD ile doğrudan doğruya karşı karşıya gelmekten kaçınmıştır ve 20 Mart 2003’te ABD’nin Türk hava sahasını kullanmasına izin vermiştir.

Tezkere nedeniyle sarsılan Türkiye-ABD ilişkileri açısından 90’lı yıllardan itibaren Irak’ta konumlandırılan irtibat ofisleri ise sorunlu hale gelmiştir. 22 Nisan’da Türkiye’den Kerkük’e giden insani yardım konvoyuna koruma sağlayan Türk Özel Kuvvetleri Komutanlığı’ndan bir tim günü ABD askerleri tarafından gözaltına alınıp, ertesi gün sınır dışı edilmiş, ayrıca bu personel hakkında “bir daha K. Irak’a hiçbir şekilde giremeyeceklerine” dair nota verilmiştir.[13]Toplantının gündemi Türk Özel Kuvvelerinin K. Irak’taki varlığıdır. 22-23 Nisan’da Erbil’de Birleşik Ortak Özel Operasyon Görev Gücü Kuzey Komutanı Albay Charles Cleveland ve Silopi’deki Türk Özel Kuvvetler Üssü Komutan Yardımcısı Albay Hasan Özdemir arasında yapılan görüşmede; Kuzey Irak’ta Türk askeri personelinin koalisyon tarafından müsaade edilmemiş bütün faaliyetlerine son vermesi istenmiştir. [14]1 Mart Tezkeresi’nden sonra Türkiye-ABD arasında  Türkiye’nin Kuzey Irak’taki faaliyetleri konusunda bir çatışmanın 22 Nisan itibariyle ortaya çıktığı gözlemlenebilir.

            Süleymaniye Krizi Türkiye-ABD arasında meydana gelmiştir. Bu dönem Türkiye’de Kasım 2002 seçimlerinden sonra AKP’nin yeni iktidara geldiği bir zaman diliminde, partinin ilk çoğunluk hükümetinin yönettiği ilk dış politika krizidir. Kriz 59. Hükümet tarafından yönetilmiştir. Türkiye’de Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan ise başbakandır. Başbakan yardımcıları ise Mehmet Ali Şahin, Abdüllatif Şener, ve Abdullah Gül’den oluşmaktadır. Bu dönemde savunma Bakanı Vecdi Gönül, Genelkurmay Başkanı ise Hilmi Özkök’tür.[15]

            Krizin diğer tarafı ABD’de ise; Başkan George W. Bush, Genelkurmay Başkanı Richard B. Myers, Savunma Bakanı, Donald Rumsfeld ve Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’dir. Kriz tek kutuplu sistemde, bölgesel alt sistem içerisinde meydana gelmiştir. Krizin coğrafyası Ortadoğu’dur. Krizin karşı tarafı ABD, baskın bir aktör olarak öne çıkmıştır. Zaten Irak Savaşı, bölgesel alt sistemde, 20 Mart 2003’ten itibaren büyük bir çatışma oluşturmuştur. Krizi tetikleyen birim devlet olarak ABD’dir. Kriz temel olarak iki taraflı bir dış politika krizi özelliği göstermektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı olarak Süleymaniye ve Erbil gibi kentlerde uzun zamandır irtibat ofisleri mevcuttur. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı olan bu ofiste, 1400 ile 2000 arasında Türk askeri ve 1 tank taburu bulunduğu bilinmektedir.[16]Hüsnü Mahalli, Süleymaniye’de bulunan Türk irtibat bürosunun 1998 yılından itibaren o bölgede faaliyetlerini sürdürdüğünü; Ankara ve Kürt liderler arasında yapılan bir antlaşmanın parçası olarak bölgede bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca irtibat ofisinin temel görevi, Kürt liderler arasında 1997’de sağlanan ateşkesi kontrol etmek ve buna ek olarak bölgede faaliyet gösteren PKK elemanlarına karşı mücadele etmektir.[17]ABD’nin Irak işgalinin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmeye başlamasından itibaren, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Irak’taki faaliyetlerinden rahatsız olmaya başladığı anlaşılmaktadır. 4 Temmuz 2003’te 100 civarında ABD askeri ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) peşmergeleri, Süleymaniye kentindeki irtibat ofisine bir operasyon gerçekleştirmiş 3’ü subay 8’i astsubay olmak üzere 11 Türk askerini “yasadışı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle[18]başlarına çuval geçirerek göz altına almış ve Kerkük’e götürmüştür. Basında yansıyanlara bölgedeki tim komutanı Amerikalıları kapıda karşılamıştır.[19]

Türkiye açısından krizi tetikleyen Türk askerlerinin başlarına çuval geçirilerek göz altına alınmalarıdır. Olayın 4 Temmuz Bağımsızlık Günü’nde -yani 3 günlük resmi tatil döneminde meydana gelmesi- ABD’nin bu tarihi özellikle seçtiği iddialarına neden olmuştur. ABD’nın standart göz altı prosedürünün bir parçası olan bu uygulama, Türkiye’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Türk askerleri 2 gün sonra serbest bırakılmasına rağmen Türk askerinin Kuzey Irak’taki varlığı ABD tarafından “sorun çıkaracak unsurlar arasında” net biçimde ortaya çıkmıştır.[20]Olay esnasında Türk timi ile birlikte göz altına alınan İngiliz yazar Michael Todd’un anlattığına göre; Türk Özel Kuvvetler Komutanı, Amerikalı siyah bir asker tarafından tekmelenmiş; sonrasında büro önünde başlarına çuval geçirilmiş, şehir merkezinden geçirilerek halka teşhir edilmiştir.[21]Aslında Türk askerlerinin tam olarak serbest bırakılmasının Başbakan Erdoğan’ın Dick Chaney ile telefonda görüşmesinden 55-60 saat sonra gerçekleştirildiği belirtilmektedir.[22]Kamuoyunda “Çuval olayı” ya da “Süleymaniye Krizi” olarak isimlendirilen bu hadise Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan en büyük kriz olduğu söylenmiştir. Süleymaniye Krizi’nin ilk aşaması- 4 Temmuz’dan 7 Temmuz’a kadar geçen süreç aslında bir kurumsal krizdir.

Wikileaks Belgeleri’ne göre ise Türk askerlerinin göz altına alınma gerekçesi “Türklerin Kerkük valisini öldürmeyi planladıkları” şeklindeki iddialardır. Sürece ayrıntılarıyla yer veren belge Türk askerlerinin göz altına alındıklarını Türkiye Büyükelçiliği’nin ikindi saatlerinde öğrendiğini ortaya koymaktadır. Yine aynı belge Türk hükümetinin, olayın çözüme kavuşturulması için, şu hususları da içerecek şekilde, hızla harekete geçilmesini talep ettiğini söylemektedir: “Gözaltına alınanların derhal serbest bırakılması, olayın tümüyle soruşturulması, kararın sorumlularının belirlenmesi ve gerekli tedbirin alınması, soruşturmanın sonuçlarının Türk hükümetiyle paylaşılması[23]istenmiştir. Olay sonrasında ise Amerikalılar bölgeye alt düzey bir subay göndermiştir. Uzgel’in belirttiğine göre Türkiye’de karar alıcılar bunu ABD’nin TSK’ya yönelik bir operasyonu olarak algılamış, “Çuval olayı” için ABD’ye nota dahi verilmemiştir. 8 Temmuz 2003’te AKP meclis grubu toplantısında konuşan Erdoğan neden ABD’ye nota verilmediği yönündeki eleştirilere “ne notası, müzik notası mı veriyorsun?… İki tane ortak arasında dargınlık olduğu zaman, bu dargınlığı nasıl gideririz, ona çalışılır. Ortak, ‘yanlış yapıldı’ diye ortaklığı bozmaz[24]demiştir. Olay sonrasında toplanan ilk MGK’dan Irak konusunda herhangi bir açıklama gelmemiştir. Dolayısıyla Süleymaniye Krizi, Türkiye’nin iç politikasındaki güç mücadelesine dair bir sorun olarak görülmüştür.[25]Ancak burada olayın ilginç yanı olayı 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesine bağlayanların o dönemde askerin tavrının Irak’a girmek yönünde olduğunu göz ardı etmeleridir. Ak’ın belirttiğine göre, “Genelkurmay ise krizin [Süleymaniye Krizi] hemen ardından ortaya koyduğu sert tavrın aksine, zaman içerisinde Irak’a asker gönderme kararının doğru olacağını savunmuş hatta Cumhurbaşkanı’nın ikna edilmesinde en büyük pay TSK’ya ait olmuştur”. Zaten 1 Mart Tezkeresi öncesinde de TSK’nın Kuzey Irak’a harekâtında ABD’ye destek verilmesinden yana olduğu bilinmektedir. Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer, -operasyonun uluslararası meşruiyeti bulunmadığı için- Türkiye’nin bu operasyonda yer almasını doğru bulmamıştır.[26]Bu noktada Yaşar Büyükanıt’ın  uluslararası meşruiyette ısrar etmenin doğru olmadığını vurguladığı “Olması mümkün olmayan kararları beklerseniz yanlış̧ karar verirsiniz. Kapımızın yanı başındaki yangına kayıtsız kalamayız[27]ifadesi ile Cumhurbaşkanı Sezer ve diğer çevreleri ikna etmekte önemli olmuştur.[28]

ABD, 1 Mart Tezkeresi’nin meclisten geçmemesini Türk ordusuna bağlamıştır. Wolfowitz bir röportajında “Ordu, hangi nedenle olursa olsun, o önemli ve de oynamaları gereken liderlik konumuna tam olarak sahip çıkamadı[29]demiştir. Murat Yetkin’in o dönemde yazdığı bir köşe yazısında ise;

“Wolfowitz’in ‘askerin liderlik’ sorunu olarak yaptığı eleştirinin altında, asker, yani orgeneral Özkök’ün neden 28 Şubat MGK’sında ağırlığını koymadığı sorusu yatıyor. Bu Genelkurmay Başkanı Özkök’e yapılan insafsız bir eleştiri gibi duruyor. Wolfowitz, Türkiye siyasetine, ordunun liderlik rolünü tartışacak kadar dahil olmuş görünüyor. Wolfowitz, Türkiye’de asıl karar vericinin ordu olduğu iddiasında”[30]

demiştir. Bu açıdan Süleymaniye Krizi, hem bir yönüyle, tezkereye bağlı hem de münferittir. Ancak, Wolfowitz’in ifadeleri nedeniyle birbirinden bağımsız olarak düşünülmesi de güçtür.

Süleymaniye Krizi’ne yönelik tepki de yine ordu mensuplarından gelmiştir. O dönemde ABD’de bulunan Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon Genelkurmay’dan gelen emirle Türkiye’ye geri dönmüştür. Tolon, Türk askerlerinin yerlerinin ve sayılarının bilinmesine rağmen ABD’nin bu girişiminin, NATO müttefikliğine ve dostluğa sığmadığını [31]ifade etmiştir.  Olay, hem kamuoyu hem de TSK tarafından kabul edilemez bulunsa da; sözlü tepki dışında herhangi bir tepki ortaya konulmamıştır.

Olaydan iki hafta sonra, 18 Temmuz 2003’te ise Kuzey Irak’ta bulunan Türk Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Sadık Ercan ile “çuval” operasyonunu gerçekleştiren Tümgeneral David Petraeus ile bir buluşma gerçekleştirmiştir. Bu buluşma genel olarak konuşulan şey çuval operasyonunu gerçekleştiren ABD’nin 173. Hava indirme timinin Türklerle çok da iyi bir şekilde çalışmadıkları olmuştur. Ayrıca Petreaus, “askeri olayların ardından askerin politikaya dahil olmasından kaçınmak için hem Türk hem de Amerikan askeri personelinin dikkatli olması” gerektiğini vurgulamıştır. Buna ek olarak Tümgeneral Ercan’ın belirttiği gibi bölgede 1992’den itibaren faaliyet gösteren Türk subayları deneyimli olduklarını ve ellerindeki bütün istihbaratı ABD ile paylaşmak istediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle ABD ile haftalık toplantılar yapılmasına karar verilmiştir.[32]Dolayısıyla temel sorunun ABD’nin işgal ettiği Irak’ta faaliyet gösteren Türk irtibat birimi olduğu göz önünde bulundurulduğunda Ercan ve Petreaus tarafından yapılan bu görüşme üzerinden bir “zımni uzlaşı” gerçekleştirildiği söylenebilir.

Aslında Süleymaniye krizinde bir kriz yönetim süreci gerçekleştirip gerçekleştirilmediği de muammadır. Bu noktada Türkiye’nin süper güçler ile yaşadığı bütün krizlerde stratejik bir seçenek olarak uyuma/uyutulmanın seçildiği bilinmektedir. Neoklasik realizmin bir değişkeni olan taraflar arasındaki maddi kapasitelerinin dış politika krizlerinde ülkeleri ödün vermeye zorlaması mümkündür. Türkiye krizin kendi aleyhine gelişmekte oluşuna bağlı olarak ödün vererek veya krizi uyutmayı tercih ederek kriz sürecini dondurmuştur. ABD, kriz sürecinde ya da sonrasında Türkiye’ye karşı özür anlamına gelecek bir ifade de kullanmamıştır. Hatta Türk Kamuoyunda “çuvalcı general” olarak bilinen General Petraeus, Irak’ta ABD merkez Komutanlığı görevine terfi ettirilmiş ve bu görev dolayısıyla Türkiye’de hem kabul görmüş hem de muhatap alınmıştır. Süleymaniye krizinde krizi tetikleyen eylem Türkiye bakımından kabul edilmesi kolay olmayan, travma yaratacak şekilde gerçekleşmiştir. Bu nedenle Süleymaniye krizinde Türkiye’nin bir kriz yönetim stratejisi belirsizdir.  Türkiye’de karar alıcılar krize yalnızca sözlü tepki vermişler, diplomatik hamleler yapmışlardır. Süleymaniye krizinde Türkiye’nin kriz yönetim tekniği müzakeredir.  18 Temmuz’da yapılan görüşme, bir pazarlık yapıldığını ortaya koymaktadır. Genel anlamda olayın askeri ve siyasi bir kriz olduğunu söylemek mümkündür. ABD’nin Süleymaniye Krizi’ndeki kriz yönetim stratejisi “şantaj”dır. Türkiye açısından ani bir kriz örneği iken; ABD tarafından “kurgulanmış” bir olma özelliği göstermektedir. 2003 yılında Süleymaniye Krizi/Çuval Olayı, Türkiye’nin askerini dahi koruyamayacak bir ülke olduğu imajına neden olması açısından prestij krizine örnek teşkil etmektedir. Kriz konusu içeriğine göre diplomatik-siyasi ve askeri güvenlik krizi özellikleri göstermektedir. Süleymaniye Krizi’nde tetikleyici eylem Türkiye toprakları dışında olmakla birlikte; şiddet içermeyen askeri bir eylem olarak değerlendirilebilir. Zira, Türk İrtibat timinin göz altına alınması sırasında çeşitli şiddet olayları yaşanmasına rağmen Türk Dış Politikası Kriz İncelemeleri Grubu tarafından “şiddet”, “kurşun atılmış mı?” sorusunun cevabı olarak ele alınmıştır. Sonuç olarak kriz uyutulmak suretiyle uzlaşılarak çözülmüştür.   

 

 


[1]Selin M. Bölme, İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013): 363.

[2]Füsun Türkmen, Kırılgan ittifaktan Model Ortaklığa: Türkiye-ABD ilişkileri, (İstanbul: Timaş yayınevi, 2012): 196.

[3]Bush State of the Union Address, http://edition.cnn.com/2002/ALLPOLITICS/01/29/bush.speech.txt/,   02.01.2013

[4]ABD’nin Çekilmesinin Ardından Irak Politikasının Bölgesel ve Küresel Etkileri, Orsam Rapor No:77 http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2011127_orsamreportt_77_tr.pdf, s.10

[5]“Wolfowitz: Irak’a Operasyon Konusunda kararlıyız”, Hürriyet, [16.07.2002].

[6]Selin M. Bölme, İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013): 365.

[7]Haluk Gerger, ABD, Ortadoğu, Türkiye, 5. Baskı, (İstanbul: Yordam Kitap, 2012):449-450.

[8]Ömer Ak, “Dış Politika Analizi ve Liderlik: Süleymaniye Krizi Sürecinde RT Erdoğan Örneği”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara: Ankara Üniversitesi SBE, 2009):145.

[9]Bölme, İncirlik Üssü…”, 366-367.

[10]Füsun Türkmen, Kırılgan İttifaktan Model Ortaklığa: Türkiye-ABD ilişkileri, (İstanbul: Timaş yayınevi, 2012):200.

[11]Murat Yetkin, Tezkere: Irak Krizinin Gerçek Öyküsü, 2. Baskı (İstanbul:Remzi Kitabevi, 2004): 162.

[12]Ömer Ak, “Dış Politika…”, 126.

[13] “ABD taburunu Habur’dan yasadışı geçiren komutan kim”, http://odatv.com/abd-taburunu-haburdan-yasadisi-geciren-komutan-kim-0912131200.html, [17.12.2015].

[14] “ABD çuval geçirmeden önce ültimatom vermiş!”, Vatan, 31 Mart 2011.

[15] Krize özgü çatışmaya neden olan olaya ilişkin olarak herhangi bir eylemde bulunulmadığı ya da karşılık verilmediği, krizin uyutulması tercih edildiği için bu hükümetleri günümüze 64. Hükümet döneminde kadar getirmek de mümkündür. 

[16]İlhan Uzgel, “ABD ve NATO ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası Cilt 3, (ed) Baskın Oran, İstanbul İletişim Yayınları, 2013): 277. 

[17]Hüsnü Mahalli, Tezkereden Tezkereye Gerçekler, (İstanbul: İskele Yayıncılık, 2006): 113.

[18]Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, (İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2003): 265. Daha sonra Fikret Bila’ya röportaj veren dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ABD’nin yanlış istihbarat aldığını ve Süleymaniye’de bulunan “Türk timinin yeşil hattın güneyinde operasyona hazırlandıkları gerekçesiyle göz altına alındıklarının ABD’li muhatapları tarafından kendisine iletildiğini” belirtmiştir.  Fikret Bila, “ABD askerleri bazen aptalca şeyler yapar”, Milliyet, 3 Ekim 2007.

[19]“Türk Milleti Çuval Olayını (4 Temmuz) Unutmayacak”, http://www.turkishnews.com/content/2015/07/05/turk-milleti-cuval-olayini-4-temmuz-2003-unutmayacak/, [12.10.2015].

[20]Ömer Ak, “Dış Politika…”,  128.

[21]Faruk Zapçı, “Çuval Davası”, Hürriyet, 24 Ekim 2003.

[22]İlhan Uzgel, “ABD ve NATO…”, 278.

[23]“’Çuval olayı’nın perde arkası WikiLeaks’te”, Taraf, 4 Nisan 2011.

[24]“Erdoğan’dan Muhalefete “Nota” Eleştirisi”, Hürriyet, 8 Temmuz 2003.

[25]İlhan Uzgel, “ABD ve NATO…”, 278.

[26]“Erdoğan 1 Mart’ta devlete yenildi!”, Vatan, 25 Mart 2011.

[27]“Çankaya’da Irak zirvesi”, Hürriyet, 11 Ağustos 2003.

[28]Ömer Ak, “Dış Politika…”, 140.

[29]Soner Yalçın, “Darbeyi sadece askerler mi yapar”, Hürriyet, 17 Ocak 2009.

[30]Murat Yetkin, “Asker, liderlik, Amerika ve Irak”, Radikal, 7 Mayıs 2003.

[31]Ömer Ak, “Dış Politika…”, 160.

[32]Tolga Tanış, “Potus & Beyefendi: 2002 Gün Türkiye-Amerika İlişkilerinin İnişli Çıkışlı Hikayesi, 8. Baskı, (İstanbul: Doğan Kitap, 2015): 460-466.